“Resâili’n-Nur dahi ne şarkın malûmatından, ulûmundan ve ne de garbın felsefe ve fünunundan gelmiş bir mal ve onlardan iktibas edilmiş bir nur değildir.” (Şualar, Birinci Şuâ)
“Risale-i Nur benim değil, Kur’ân’ın malıdır; Kur’ân’ın feyzinden gelmiştir. Hiçbir kuvvet onu Anadolu’nun sinesinden koparıp atamayacaktır.” (Emirdağ Lâhikası-II, 97.Mektup)
“Risaletü’n-Nur sair telifat gibi ulûm ve fünundan ve başka kitaplardan alınmamış. Kur’ân’dan başka me’hazı yok, Kur’ân’dan başka üstadı yok, Kur’ân’dan başka mercii yoktur.” (Şualar, Birinci Şuâ)
“Risale-i Nur doğrudan doğruya Kur’ân’ın bâhir bir burhanı ve kuvvetli bir tefsiri ve parlak bir lem’a-i i’câz-ı mânevîsi ve o bahrin bir reşhası ve o güneşin bir şuâı ve o mâden-i ilm-i hakikatten mülhem ve feyzinden gelen bir tercüme-i mâneviyesidir.” (Şualar, Birinci Şuâ)
“Maksud-u bizzat olan ilimlere ulûm-u âliyeyi okumaksızın isâl edici bir yol buldum. Serîüsseyir olan bu zamanın evlâdına, kısa ve selâmet bir tarîki ihsan etmek rahmet-i hâkimenin şânındandır.” (Mesnevi-i Nuriye, Onuncu Risale)
“Bu memlekette, bu asırda, milleti anarşilikten, tereddî ve tedennî-i mutlakadan kurtaracak yegâne çaresi, Risale-i Nur’un esasatıdır.” (Kastamonu Lâhikası, 90.Mektup)
“Risale-i Nur hariçten hücum eden küfr-ü mutlaka karşı bu milleti ve âlem-i İslâmiyeti muhafaza edecek Kur’ân-ı Hakîmin mu’cize-i mâneviyesinden bir derstir ki, dinsiz feylesoflardan hiçbirisi ona karşı mukabele çaresi bulamadılar.” (Emirdağ Lâhikası-II, 148.Mektup)
“Risale-i Nur’u gaye-i hayat edinen bir Nur talebesi, yüz adam kuvvetinde olduğu ve yüz nâsih kadar iman ve İslâmiyete hizmet ettiği, ehl-i hakikatçe müsellem ve musaddaktır.” (Tarihçe-i Hayat, Barla Hayatı)
“Risale-i Nur, dinsizliğin belini kırmış ve temel taşlarını târümar etmiştir.” (Tarihçe-i Hayat, Barla Hayatı)
“Risale-i Nur, yalnız cüz’î bir tahribatı ve bir küçük haneyi tamir etmiyor; belki küllî bir tahribatı ve İslâmiyet’i içine alan ve dağlar büyüklüğünde taşları bulunan bir muhit kaleyi tamir ediyor.
Ve yalnız hususi bir kalbi ve has bir vicdanı ıslaha çalışmıyor belki bin seneden beri tedarik ve teraküm eden müfsid âletlerle dehşetli rahnelenen kalb-i umumîyi ve efkâr-ı âmmeyi ve umumun ve bâhusus avam-ı mü’minînin istinadgâhları olan İslâmî esasların ve cereyanların ve şeairlerin kısmen kırılmasıyla bozulmaya yüz tutan vicdan-ı umumiyeyi, Kur’an’ın i’cazıyla ve geniş yaralarını, Kur’an’ın ve imanın ilaçlarıyla tedavi etmeye çalışıyor.
Elbette böyle küllî ve dehşetli rahnelere ve yaralara hakkalyakîn derecesinde dağlar kuvvetinde hüccetler, cihazlar ve binler tiryak hâsiyetinde mücerreb ilaçlar ve hadsiz edviyeler bulunmak gerektir.
İşte bu zamanda, Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın i’caz-ı manevîsinden çıkan Risale-i Nur, o vazifeyi görmekle beraber; imanın hadsiz mertebelerinde terakkiyat ve inkişafata medar olmuştur ve olmaktadır!..” Bediüzzaman Said-i Nursi