Emirdağ Lâhikası – II s.27-50

Aziz kardeşim!

Evvela: Bin mâşâallah, Sözler mecmuasında yanlışlar yok gibidir. Birkaç kelime var ki leffen gönderildi.

Sâniyen: Eğer münasip görseniz gönderdiğim bu elli lirayı benim hesabıma mahkemedeki mecmuaların bedeline benim için alınız, gönderiniz. Eğer münasip görmezseniz bu defaki gönderdiğiniz mecmuaların bana mahsus olacak kısmının fiyatına alınız.

Sâlisen: Şimdilik Tarihçe-i Hayat’ı mebuslara parasız vermemek münasiptir. Parasıyla isteyenlere verilsin. Fakat on yirmi nüsha Ankara’da bulunsa münasiptir.

Said Nursî

***

بِاسْمِهٖ سُبْحَانَهُ

Muazzam ve hârika Risale-i Nur külliyatından iki büyük mecmuanın imha edileceği hakkında dehşetli bir haber işittik. Gayet hak ve hakikatli ve feylesofları ilzam eden o mecmualar, Risale-i Nur’un diğer eczalarıyla beraber Denizli ve Ankara Mahkemelerinde beraet verilip kaziye-i muhkeme haline gelerek iade edildiği ve iki defa Temyiz Mahkemesi beraet ettirdiği halde ve Mısır, Şam, Halep, Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere gibi âlem-i İslâm’ın mühim merkezlerinde fevkalâde bir takdir ve tahsine mazhar olan ve makbuliyetine hürmeten Hazret-i Peygamber aleyhissalâtü vesselâmın kabr-i şerifi ve Hacerü’l-Esved üzerine konulan bu eserler hakkındaki bu müthiş muamele, Halk Partisinin yaptığı diğer azîm cürümleri gibi tarihte emsali görülmemiş bir cinayettir.

Biz Nur talebeleri o cebbar gaddarlardan hakkımızı kolayca alabilirdik. Fakat İslâmiyet’in asırlardır bayraktarlığını yapan kahraman Türk milletinin masum çoluk çocuk ve ihtiyarlarına karşı Risale-i Nur’un bizlerde husule getirdiği kuvvetli şefkat itibarıyla ve Kur’an-ı Hakîm’in bizleri maddî mücadeleden men’edip elimizde topuz yerinde Nur olması haysiyetiyle ve bütün kuvvetimizle mesleğimizin icabı olan asayişi temin etmek esasıyla, o zalimlere maddeten mukabele edemedik. Yoksa Allah göstermesin, bir mecburiyet-i kat’iye olursa komünist ve masonlar hesabına ona sebebiyet verenler bin defa pişman olacaklardır.

Hem biz müşahedatımızla kat’î bir kanaatteyiz ki:

Risale-i Nur’a ilhad ve zındıka namına ilişildiği zaman, umumî bir musibet geliyor. Taarruzun aynı vaktinde dört defa büyük zelzelenin vukuu ve çok hâdisatın aynı vakitte zuhuru, bu kanaatimizi tasdik etmiş. Bu itibarla öyle bir kararın infazından ehl-i imanın titrediği, o hârikulâde ve kıymettar, mübarek mecmualar hakkında imha cinayetinin işlenmesi; bu millet ve memleket içinde manevî zelzeleler, fırtınalar, taun ve tufanlar kopacak kuvvetli ihtimalinden telaş ediyoruz. Zira Risale-i Nur’a dört defa taarruz ve hücum zamanında şiddetli zelzelelerin tevafuku, bu hakikati kör gözlere dahi göstermiştir. Hattâ mahkemede dava ettik.

Hem müfessirlerin üç yüz elli bin tefsirlerine ittibaen iki sahifede iki âyât-ı Kur’aniyeyi tefsir ettiği bahanesiyle, yüz binler kimselerin imanına pek ziyade bir ehemmiyet ve tesirle hizmet eden dört yüz sahifelik Zülfikar mecmuasını müsadere ve imha etmek; dünyada hiçbir kanunda olmadığından, sırf dinsizliğe âlet olarak yapılan bu feci garazkârlık fâillerinin hak, hakikat ve adaletten ne derece uzak olduğunun zahir bir delili bulunduğunu zerre miktar vicdanı olanlar anlayacak ve yüzsüz yüzlerine lanet ve nefretler savuracaktır.

Halk Partili müstebit, mürteci cebbarların zamanında yapılmış olan bu korkunç muameleye kahraman Demokratlar hükûmeti mani olup Afyon Mahkemesinde üç senedir hapsedilen ve zerre kadar bir suç mevzuu bulunamayan eserleri ve en başta altın yaldızlı ve tevafuk mu’cizeli Kur’an’ımızı derhal iade ettireceklerini kuvvetli ümit edip alâkalı makamlardan rica ediyoruz.

Nur talebeleri namına

Hüsrev, Sungur

***

بِاسْمِهٖ سُبْحَانَهُ

Aziz, kahraman ağabeyimiz!

Evvela: Gayet derecede bir ehemmiyetli meseleyi arz ediyoruz ki büyük mecmualarımızın imhasına sakın sakın meydan verilmeyecektir. Ne pahasına olursa olsun kurtarılacaktır. Yalnız imha kararı şimdi mi yoksa eskiden mi verilmiştir ve sizce bu imha kararı resmen sabit midir? Bu ciheti olduğu gibi öğrenerek bize acele ve derhal bildiriniz.

Sâniyen: Bu hususta Ankara’da olan kahraman Sungur’a ve Devlet Bakanına yazılan yazıyı bera-yı malûmat takdim ediyoruz. Binler selâm ve hürmetle ellerinizden öperiz.

Ziya, Zübeyr

***

Aziz ve çok kıymetli kahraman kardeşimiz Sungur!

Evvela: Binler selâm eder, Cenab-ı Hak’tan Nur hizmetinizde hayırlı muvaffakıyetlerinizi dileriz.

Sâniyen: Çok ehemmiyetli ve mahrem bir işi haber veriyoruz. Haber aldığımıza göre Isparta Adliyesinde zapt edilen yüz yetmiş cilt Asâ-yı Musa ve Zülfikar mecmuaları ki o mecmuaları şimdiki Adliye Bakanı beraetini, iadesini tasdik edip daha evvelce Denizli’de de Üstadımıza verilen kitaplardır. Bunların imhası için karar verilmiş.

Zemin ve semavatı hiddete getirecek ve mevcudatı ağlatacak bu müthiş kararın Demokratlar aleyhinde Halk Partisinin müfrit adamları tarafından tertip edilen bir plan olduğundan kat’iyen şüphemiz yoktur. Zira Nur talebelerinin Demokratları muhafaza ettiğini ve Demokratların kuvvetli bir istinadgâhı olduğunu müfrit şeytanlar anlamışlar. Nur talebelerini Demokratlardan bu tarzda nefret ettirip hükûmeti yıkmaya çalışıyorlar.

Bu planın akîm kalması ve mecmualarımızın kurtulması ve Afyon’daki kitaplarımızın tamamen iade edilmesi için pek fazla bir ehemmiyet ve gayretle çalışılmasını Üstadımız sizlere havale ediyor.

Ziya, Zübeyr

***

Devlet Bakanlığına!

Zatınıza vatan ve milletin mukadderatı mevzuunda, gayet derecede ehemmiyetli, şeytanın bile zor düşünebileceği bir tarzda tertip edilen Demokratlar aleyhindeki bir planı ifşa ediyoruz. Şöyle ki:

Bu vatanda dinsizlikle ve istibdad-ı mutlak ve eşedd-i zulme karşı yirmi yedi yıldır perde altındaki hususi neşriyatla hârikulâde bir feragat-i nefisle mücahede eden Bedîüzzaman Said Nursî’nin vücuda getirdiği muazzam Nur talebeleri câmiasının Demokrat Partiyi muhafaza ettiğini Halk Partisinin müfrit dessasları anlamış, hattâ bir zamanlar gayet gizli olarak Nur talebelerinin kesretle bulunduğu mıntıkalara tetkik ve tecessüs için İsmet çıkarılmış idi.

İşte Anadolu’nun her tarafında hârika bir kuvvet-i imaniye ile fevkalâde bir fedakârlıkla bu milletin iman ve İslâmiyet’ine hizmet edip cebbarlar saltanatının esasından ve kökünden yıkılmasına medar olan Nur talebelerini Demokratlardan nefret ettirmek için; uhrevî ve dünyevî hayatlarının halâskârı olan, yüz binlerle ehl-i imanı ve bir kısım yüksek tahsil gençliğini tenvir ve irşad eden ve Arabistan’da ve Mısır’da büyük bir takdir ve tahsine mazhar olan ve mübarekliğine hürmeten Peygamberimizin kabr-i şerifi ve Hacerü’l-Esved üzerine konulan Zülfikar ve Asâ-yı Musa mecmualarının Isparta Adliyesi tarafından yakılmasına karar verilmek gibi arz ve semavatı hiddete getirecek ve mevcudatı ağlatacak derecedeki bir hükmü haber aldık.

Halbuki yüz on dokuz parçadan müteşekkil Risale-i Nur Külliyatı’ndan olan bu büyük mecmuaların parçaları da Risale-i Nur Külliyatı’yla beraber 1944 senesinde Denizli Ağır Ceza Mahkemesinde müttefikan beraet verilmiş ve yüksek Temyiz Mahkemesi tasdik etmiştir. Kaziye-i muhkeme haline gelmiş ve bütün eserler, müellif-i muhteremine ve sahiplerine iade edilmiştir. Son Afyon Mahkemesinde de Halk Partisi hükûmetinin komünist vekilinin hususi emirleriyle verdiği garazkâr hükmü, kahraman Demokratların adliye vekili, eski Temyiz Mahkemesinin âdil reis-i muhteremi esasından nakzetmiştir. Nihayet af kanunu ile gaddarane giriştikleri ve içinden çıkamadıkları iftira ve ittihamların üzerine perde çekmişler ve afla neticelendirmişlerdir.

Hakikat bu merkezde iken ve şimdi eski hükûmete binler hakaretli neşriyatlar, bütün hürriyetle devam ederken ve dört yüz sahifelik gayet hak ve hakikatli bir mecmuanın iki sahifesinde bir âyetin tefsirini, garaz ve bahane ile medar-ı mes’uliyet yapıp o mecmuanın imha cihetine gidilmesi, doğrudan doğruya eski zalim parti hesabına şu maksada matuftur ki: Yüz binlerle Nur talebelerini Demokratlar aleyhine çevirip Demokrat Partisinin sessiz, sadâsız, gösterişsiz fakat dindarlıklarıyla gayet muhkem bir istinadgâhını yok etmek ve Demokrat hükûmetini yıkmaktır.

Bu müthiş ve şeytanî planın akîm kalması için zat-ı âlînize ehemmiyetle ihbar eder ve hürmetlerimizi arz ederiz.

Üniversite Nur talebeleri namına

Yusuf Ziya Arun

***

(Bera-yı malûmat size gönderildi.)

Büyük Doğu’nun yirmi dokuzuncu sayısında “Lozan’ın İçyüzü” diye yazılan makaleden:

İngiliz murahhas heyeti reisi Lord Gürzon, nihayet en manidar sözünü söyledi. Dedi ki:

“Türkiye, İslâmî alâkasını ve İslâm’ı temsil rolünü kendi eliyle çözer ve atarsa bizimle hulus birliği etmiş olur ve Hristiyan dünyasının hürmet ve minnetini kazanır; biz de kendisine dilediğini veririz.”

Lozan’da Türk murahhas heyeti başkanı bulunan ve henüz hakiki kasıdları anlayamayan İsmet Paşa, bir aralık bütün Hristiyan emellerinin Türkiye’yi mazisindeki ruh ve mukaddesatı kökünden ayırmak olduğunu sezdiği halde, şu gizli ivaz ve teminatı veriyor ve diyor ki:

“Eskiden beri kökleşmiş ve köhne engellerden (yani an’ane-i İslâmiyet’ten) kurtulmak hususunda besledikleri (yani İsmet’in beslediği) azmin, inkâr edilmez delilidir.”

Harfi harfine iktibas ettiğimiz bu sözlerle, Türk Başmurahhasının yani İsmet’in, eskiden kökleşmiş ve köhne olmuş engellerden kurtulmak hususunda Türk milletine beslediği kat’î azimle ne kasdettiğini ve bunu hangi maksat altında İslâmiyet düşmanlarına ivaz diye takdim ettiğini sormak lâzımdır.

Konferansın birinci defasında Türk Başmurahhası, bizzat karar vermek vaziyetinde olmadığı ve büyüğüne yani Mustafa Kemal’e bildirmek zorunda olduğu için memlekete dönüyor; kendisini Haydarpaşa’dan Ankara’ya götüren tren ve devlet reisini (Mustafa Kemal) İzmir’den Ankara’ya götüren trenle Eskişehir’de buluşuyor. Bir arada ve baş başa seyahat… Sonra Ankara gizli meclis toplantıları… Fakat esas meselelerde daima baş başa… Mustafa Kemal ile İsmet beraber içtimaları ve karar: “Din öldürülecektir!”

Lozan Konferansı’nın ikinci sahifesi: …Artık her şey Türkiye hesabına çantada hazırdır. Yani dini terk ile her şey yapılacak. Yeni hizbin (Kemalizm ve İsmet hükûmeti) bundan böyle bu millette, İslâmiyet’i katletmek prensibiyle hareket etmekte, hasım dünyanın kumandanlarından yani düşman ehl-i salîb kumandanlarından, dini vurmakta daha hevesli olduğu ve örnekler vereceği ve bilhassa hudut dışı değil de hudut içi ve millî irade yaftası altında çalışacağı şüpheden vârestedir.

***

Nihaî Vesika

Lozan Muahedesi’nden sonra, İngiltere Avam Kamarasında “Türklerin istiklalini ne için tanıdınız?” diye yükselen itirazlara, Lord Gürzon’un verdiği cevap:

“İşte asıl bundan sonraki Türkler bir daha eski satvet ve şevketlerine kavuşamayacaklardır. Zira biz onları maneviyat ve ruh cephelerinden öldürmüş bulunuyoruz.” Yani Mustafa Kemal ve İsmet’in verdikleri karar, Türk milletini İslâmiyet ve din cihetinden öldürmek kararıdır.

Artık bunun üzerine her şey apaçık anlaşılıyor değil mi?

Gizli Anlaşmanın Entrikası

Türklere dinlerini ve din temsilciliğini feda ettirmek şartıyla, sun’î istiklal işinde gizli anlaşmanın müessiri, tek kelime ile Yahudiliktir. Buna memur-u müşahhas kimse de şimdi Mısır Hahambaşısı bulunan Hayim Naum’dur. Bu Hayim Naum, bu korkunç teşebbüse evvela Amerika’da Türkler lehinde bir seri konferans vermek ve emperyalizma şeflerine, Türk’ün maddesini serbest bırakmaları, buna mukabil ruhunu, tâ içinden ve kendi öz adamlarına yıktırmaları fikrini telkin etmek suretiyle başlamıştır. Yani masonluk hasebiyle Kur’an’ın ahkâmını kaldırmak, milleti dinsiz yapmak.

Hayim Naum müthiş planının zeminini Amerika’da hazırladıktan sonra İngiltere’ye geçmiş ve hâlis Yahudi olan Lord Gürzon ile temas ederek şu teklifte bulunmuştur:

“Siz Türkiye’nin mülkî tamamiyetini kabul ediniz. Onlara ben İslâmiyet’i ve İslâmî temsilciliklerini ayaklar altında çiğnetmeyi taahhüd ediyorum.”

Aynı Hayim Naum, Türk Murahhaslar Heyetine müşavir sıfatıyla sokulmanın da yolunu bulmuş yani Mustafa Kemal ve İsmet’i kendine dost bulmuş. Onun için üçü birleşmiş ve artık arada santralın intizamla işlemesine hiçbir mani kalmamıştır.

Hayim Naum o sırada Ankara’ya kadar da uzanarak planın muvaffakıyeti için gereken en mühim ve merkezî şahıs nezdinde –yani Mustafa Kemal yanında– emin bulunduğu tesirinin derecesini ölçmek istemiştir. Öyle ki bu tesir, ma’hud mevzuda Hayim Naum’dan daha heveskâr ve gayretli bir İslâmiyet düşmanına tesadüf etmekle muradına ermiş ve artık Türk’ü içinden vurmanın planını gerçekleştirmek için her unsur tamamlanmıştır.

İşte bu ehemmiyetli vesika, tam tamına Risale-i Nur tercümanının kırk küsur sene evvel hadîs-i şerifin ihbarına dair beyan ettiği hâdiseyi tasdik ettiği gibi ve şeriat-ı Ahmediyeye ihanet eden o dehşetli şahsın mühim bir kuvveti Yahudi olduğu, Yahudi olan Lord Gürzon ile Hayim Naum o ihbarın hakikatini gösterdiklerini ve yirmi beş seneden beri Nurcuların imhasına keyfî kanunlarla dehşetli zulümlerin hikmetini tam gösteriyor.

***

Çok aziz, çok mübarek, çok sevgili, çok müşfik Üstadımız Efendimiz Hazretleri!

Mu’cizatlı ve ism-i Celal altın ile yazılı, yaldızlı Kur’an’ı Diyanet Riyaseti, Afyon Mahkemesinden getirtmiş ve dünkü gün İstanbul Mushaflar İnceleme Heyetine göndermiştir. Heyet, tetkikten sonra neşrinin lüzum ve elzem olduğunu tasdik ederek geri iade edecekmiş.

Hem Akşehirli kahraman Ahmed Altın kardeşimizin daha evvel bir suretini siz sevgili Üstadımıza gönderdiği ve Diyanet Reisliğine yazdığı istidasını Diyanet Riyaseti Müşavere Heyeti tetkik etmiş. Bunun üzerine siz sevgili Üstadımızın Diyanet Riyasetine hediye ettiğiniz iki takımın birisini müşavere heyetine tetkik için verecekler. Diyanet’te Nurların lehinde çalışan muhterem kardeşimiz var.

Hakikaten sevgili Üstadımız; baştan başa zulmetli, kararmış olan Ankara şimdi pek çok değişmiş ve gittikçe değişmekte. Saçılan zehirler ve kendisine karşı gençliğin tezahüratı tesirini kaybetmiş.

Sungur

***

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Evvela: Bin bârekellah hem Sözler mecmuasının güzel ve sıhhatli olmasına ve müsaderedeki mecmuaların imhadan kurtulmasına numune olarak bir kısmını elde etmenize binler mâşâallah ve elhamdülillah deriz.

Sâniyen: Benim namıma gelen mektuplara Medresetü’z-Zehra erkânları münasip tarzda benim bedelime cevap vermelerini onlara havale ediyorum. Ezcümle, Ankara’da Osman Nuri kardeşimiz oranın bir Hasan Feyzi’si hükmünde Nurlara tesirli hizmet ve benim için hanesi yanında bir menzil yapması ve hastalığım zamanında güya hastalığımın tahfifine Hasan Feyzi gibi yardım eder gibi kendi hastalığına memnun olmasına çok minnettarım. Fakat kitaplarımızı mahkemeden almadığımızdan burada bekliyorum. Kur’an’ımızı ve bazı mecmualarımızı tab zamanında orada bulunmak istiyorum. Fakat şimdi burada çok lüzumlu işler olduğundan gidemiyorum, gücenmesin. Eğer o, orada olmasa idi benim gitmem lâzımdı. Fakat o, bana ihtiyaç bırakmıyor. Allah razı olsun, hizmet-i Nuriyede onu muvaffak etsin.

Halep’te İhvan-ı Müslimîn azasının bana yazdığı tebriğe mukabil onu ve İhvan-ı Müslimîn’i ruh u canımızla tebrik edip “Binler bârekellah!” deriz ki ittihad-ı İslâm’ın Anadolu’da Nurcular –ki eski İttihad-ı Muhammedî’nin halefleri hükmünde– ve Arabistan’da İhvan-ı Müslimîn ile beraber hakiki kardeş olan Hizbü’l-Kur’anî ve İttihad-ı İslâm cemiyet-i kudsiyesi dairesinde çok saflardan iki mütevafık ve müterafık saf teşkil etmeleriyle ve Risale-i Nur ile ciddi alâkadar ve bir kısmını Arabîye tercüme edip neşretmek niyetleri, bizleri pek ziyade memnun ve minnettar eyledi. Benim bedelime, İhvan-ı Müslimîn Cemiyeti namına bana tebrik yazana cevap verirsiniz. O taraftaki Nur şakirdlerine ve Nur eczalarına himayetkârane alâkadar olsunlar.

Sâlisen: Atabeyli metin ve ciddi bir kardeşimiz Abdullah Çavuş’un yazdığı mektubu tasdik ediyorum. Kırk sene evvel hadîslere verdiğim mananın yeniden bu zamanda tevili görünüyor. Muannidler dahi itiraf etmeye mecbur oluyorlar. Ve istibdad-ı mutlakın cehennemî azabını dünyada da çekmeleri, Siracünnur’un Beşinci Şuâ’ı ile verdiği haberleri, zaman tasdik ediyor.

Hem Samsunlu İhsan’ın samimi mektubu gösteriyor ki buraya gelen tam bir takım Nur eczalarını kendine alan Samsun’un bir mebusu, o havalide nurlu bir uyanmak ve intibaha vesile olmuş ki böyle İhsanlar yetişiyor. İhsan’ı o zat ile beraber dualarımıza dâhil ediyoruz.

Râbian: Yirmi Dokuzuncu Söz’ün keramet-i elifiyesi hakikaten hârika olduğu gibi makine ile bu tarzda bu kadar güzel çıkması, yazanın da bir hârikasıdır. Umuma selâmlar.

اَلْبَاقٖى هُوَ الْبَاقٖى

Hasta ve memnun kardeşiniz Said Nursî

***

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

Nurculara ehemmiyetli bir müjde!

Evvela: Kırk seneden beri takip ettiğim ve Sultan Reşad’ın yirmi bin altın ve eski müstebitler hükûmetinin Millet Meclisinde yüz altmış üç mebusun imzasıyla yüz elli bin banknotu küşadı için tahsisat verdikleri hem âlem-i İslâm’ın hem şarkın hem bu milletin en mühim bir işi olan Van vilayetinde Camiü’l-Ezher gibi bir İslâm dârülfünunu ve büyük üniversitesi olan Medresetü’z-Zehranın yapılması lüzumunu yeni hükûmetin reisi de anlamış ki büyük memleket işleri içinde sizlere müjde olarak gönderdiğim aşağıdaki haberi vermiş. Fiilen yapılmasa dahi bu mananın anlaşılması büyük bir fâl-i hayırdır.

İşte Mecliste Reisicumhur büyük işler sırasında ehemmiyetli nutkunda bu gelen fıkrayı söylemiş. Van havalisinde Doğu Üniversitesinin kurulması için Maarif Vekaletinin tetkikatına giriştiğini söyleyen Celal Bayar demiştir ki: “Doğu vilayetlerimizden olan Van’da böyle bir irfan müessesesinin kurulması için bütün müşkülat iktiham olunmalı ve önümüzdeki bütçe yılında işe başlanmalıdır.” demiştir. Demek, Tarihçe-i Hayatı takdim eden genç üniversiteliler bir derece Nur Risalelerinin kıymetini reise ihsas etmişler.

Sâniyen: Reisicumhurun bu çok ehemmiyetli fıkrası, Risale-i Nur’un bu memlekette ve bu vatanda ettiği ve edeceği çok kıymettar hizmetlerinin anlaşıldığına bir emaredir. Ve Nurcuların bütün çektikleri zahmet ve Nur’un müsadereleri bu büyük neticeye vesile olması cihetiyle şekva değil, şükretmelidir.

***

Aziz, sıddık kardeşlerimiz Ziya ve Abdülmuhsin!

Üstadımız diyor ki:

Eşref Edib, kırk seneden beri iman hizmetinde benim arkadaşım ve Sebilürreşad’da makale yazan ve şimdi vefat eden çok kıymetli kardeşlerimin mümessili ve hakiki İslâmiyet mücahidlerinden bir kardeşimdir ve Nur’un bir hâmisidir. Ben vefat etsem de Eşref Edib, Nurcular içinde bulunmasıyla büyük bir teselli buluyorum.

Fakat Nur Risalelerinin ve Nurcuların siyasetle alâkaları yok ve Risale-i Nur, rıza-i İlahîden başka hiçbir şeye âlet edilmediğinden, mümkün olduğu kadar Risale-i Nur’un mensupları, içtimaî ve siyasî cereyanlara karışmak istemiyorlar. Yalnız Sebilürreşad, Doğu gibi mücahidler iman hakikatlerini ehl-i dalaletin tecavüzatından muhafazaya çalıştıkları için ruh u canımızla onları takdir ve tahsin edip onlarla dostuz ve kardeşiz fakat siyaset noktasında değil.

Çünkü iman dersi için gelenlere tarafgirlik nazarıyla bakılmaz. Dost düşman derste fark etmez. Halbuki siyaset tarafgirliği, bu manayı zedeler. İhlas kırılır. Onun içindir ki Nurcular emsalsiz işkencelere ve sıkıntılara tahammül edip Nur’u hiçbir şeye âlet etmediler. Siyaset topuzuna el atmadılar.

Hem Nur Risaleleri küfr-ü mutlakı kırdığı için küfr-ü mutlakın altındaki anarşiliği ve üstündeki istibdad-ı mutlakı kırdığı cihetle, bir nevi siyasete teması var tevehhüm edilmiş. Halbuki Nur’un tercümanı, bir tek mesele-i imaniyeyi dünya saltanatına değişmediğini mahkemelerde dava edip yirmi beş sene tarz-ı hayatıyla ve emarelerle ispat etmiştir.

اَلْبَاقٖى هُوَ الْبَاقٖى

Kardeşleriniz Sadık, İbrahim, Zübeyr

***

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Evvela: Bütün ruh u canımızla sizin faaliyetinizi ve muvaffakıyetinizi tebrik ediyoruz. Benim bütün elemlerime ve hastalıklarıma ilaç, Medresetü’z-Zehranın faaliyetinden ve muvaffakıyetinden ileri geliyor.

Sâniyen: Asâ-yı Musa’nın Arapçaya güzelce tercümesi için bir pusula yazmıştım. Bugün Ankara’ya giden Zübeyr ile Seyyid Salih’e gönderecektim. Hem Tarsus’ta mütekaid bir zabitin samimi bir mektubuyla Risale-i Nur’dan bazı kitabı istediğine dair mektubunu, onu da Ankara yoluyla size gönderecektim. Birden Antalya Elmalı’nın gayet hâlis Nurcuları namına hem kendisi haremiyle beraber Afyon’a kadar gelen ve orada Nurların neşrine vasıta olan İbrahim Efendi birden şimdi geldi, ben de onunla size gönderdim.

Umuma selâm…

***

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Medresetü’z-Zehra erkânlarına ehemmiyetli bir meseleyi havale ediyorum.

Seyyid Salih “Arabistan’da Asâ-yı Musa’nın çok lüzumu ve çok faydası olduğunu, oralarda seyahatimde anladım. Herhalde Arapçaya tercümesi lâzım geliyor.” dedi. Benim halim ve hastalığım müsaade etmediği için benim bedelime Medresetü’z-Zehra erkânı, dört yere, güzelce Arapçaya tercümesi için muhabere etsinler.

Bir mektubu Camiü’l-Ezhere, Emirdağlı Kılınç Ali vasıtasıyla orada birkaç edib zatlar tercüme etsinler.

Bir mektup da Ankara Diyanet Dairesinde Risale-i Nur’u ciddi takdir eden ve alâkadar olan bir iki âlim Arapçaya tercüme etsinler.

Biri de Kayseri kazalarından Ürgüp Müftüsü kardeşim Abdülmecid’e yazsınlar ki yirmi sene bütün kuvvetiyle Nur’a hizmet etmek ona lâzım iken etmediği için onun bedeline bütün kuvvetiyle Arapçaya tercüme etsin.

Biri de Isparta havalisinde Nur dairesindeki âlimler dahi Asâ-yı Musa’yı taksim suretinde her biri bir kısmını tercüme etsinler.

***

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Evvela: En büyük müjde ve Risale-i Nur’un tam serbestiyetine bir mukaddime olarak, çok ziyade beşaretinize sevindik. Isparta Adliyesinin üç sene bir menzilde saklamaları, o menzilin kirası olarak o üç yüz lira bedeline, yeni yazı Tarihçe-i Hayatı bana bırakılan beş yüzden ikişer lira fiyat ile o üç yüz liraya o fiyatı mukabil tutarak o Tarihçe-i Hayat’tan elli tane gönderirsiniz. Dört sene hapis çeken mübarek Asâ-yı Musa ve Zülfikar mecmuaları, benim nazarımda pek fazla kıymettar olduğu için bana elli liralık gönderiniz. Size şimdi elli lira gönderiyorum.

Sâniyen: Nazif’e bin bârekellah, bin mâşâallah. İkinci bir Hüsrev, İnebolu ikinci bir Isparta olduğunu ispat ediyor. Tarihçe-i Hayat’ın en mühim meselesi Medresetü’z-Zehra olması cihetiyle Nazif’in bu neşriyatı, Reisicumhurun Medresetü’z-Zehra manasında ve Doğu Üniversitesi namında Şark Camiü’l-Ezherine ciddi çalışmasına bir vesile olduğunu zannediyoruz.

Sâlisen: Dinar’ın Baraklı imamı Süleyman’ın ehemmiyetli mektubuna karşı yazınız ki: Türkler hakkında sena-i Peygamberî muhakkaktır. Birkaç yerde Türklerden ehemmiyetle bahsetmiş. Hadîs var. Fakat bu hadîsin hakiki sureti ne olduğunu, yanımda kütüb-ü hadîsiye bulunmadığından bilemiyorum. Fakat manası hakikat ve Türk milletinin sena-i Peygamberîye mazhar olduğu hakikattir. Bir numunesi, Sultan Fatih hakkındaki hadîstir.

Nur’un birinci talebelerinden Hulusi Bey’in, Ankara’da dostlarına Risale-i Nur dairesine girmesine teşvik eden manidar ve güzel mektubu dahi gösteriyor ki yirmi beş seneden beri hiç sarsılmadan Nur hizmeti yapmasına bir numunedir.

Umum kardeşlerime ve hemşirelere binler selâm…

***

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Evvela: Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükrolsun, mahkemede üç sene hapsedilen Asâ-yı Musa Risalesi’nden ve Sikke-i Gaybiye Risalesi’nden beş nüshayı kemal-i sürur ile aldık. Cenab-ı Hak sizlerden ebediyen razı olsun, âmin!

Sâniyen: Mahkemeden verilen Zülfikar nüshasında tashih olunmuş sehivler, bu nüshada tashih edilmemiş. Mu’cizat-ı Kur’aniye’nin Dördüncü Zeyli’nin yüz onuncu sahifesinde sekizinci satırında “Hem Lâm’ın” sehivdir “Hem Lâ’nın” olacak. Çünkü Kur’an’da “Lâm” otuz bindir “Lâ” on dokuz bindir.

Sâlisen: Yeni harfle Isparta Sümerbank Fabrikasında bir zat bir mektubunda bir sual soruyor. Benim bedelime siz, Kader Risalesi’ni ona tavsiye edersiniz. Ben hem rahatsızım hem hususi mektuplar yazamıyorum. Hem Zübeyr de Ankara’ya gitmiş hem yeni harfi de bilemiyorum. Bera-yı malûmat size gönderdim.

Râbian: Şoför Abdurrahman ile kendi nafakam elli lirayı daha gönderdim. Bana gönderdiğiniz kitapları ve Sözler mecmuasını kalan borcuma hesap edersiniz. Pek acele oldu. Umuma pek çok selâm ederim.

***

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Evvela: Sizi tebrik ediyorum. Ve bu defaki Hüsrev’in bakanlara yazdığı istida, pek mükemmel bir vesika-i tarihiye hükmündedir. Fakat bir iki gün evvel Sungur’dan aldığımız bir telde, yüz seksen beş eserin verilmesine emir verilmiş. Bu adetli cümleyi anlayamadık. Telgrafhanede müdürden sorduk. “O memur, onu yanlış almış. Makineden ben kulağımla işittim. Ve bütün eserlerin geri verilmesine demektir.” Hatırımıza geldi ki acaba yüz otuz risalenin bazılarını müteaddid cüzleri birer risale yapıp yüz seksen beşe mi çıkardılar diye ihtimal verdik ve anlayamadık.

Hem Yeni Sabah gazetesi yazdığı gibi Medresetü’z-Zehrayı Doğu Üniversitesi namıyla büyük bir İslâm dârülfünunu, Reisicumhur tabiriyle “Her müşkülatı iktiham edip onun yapılmasına çalışacaklarını” haber aldık. İnşâallah kırk senedir takip ettiğimiz mühim bir maksadımızı, vatan ve milletin menfaati için yapmaya mecbur olacaklar.

Sâniyen: Gönderdiğiniz, üç sene bizim gibi hapiste bulunan Zülfikar ve Asâ-yı Musa’dan ehemmiyetli yerlere birkaç tane gönderdim. Ezcümle: Cezire’de cami imamı Vastanlı Abdurrahîm benim eski talebelerimden olup buraya kadar geldi. Ben on adet mühim kitaplardan verdim. Fakat hatırıma geldi ki Zülfikar’ın Mu’cizat-ı Kur’aniye Dördüncü Zeyli’nin iki yerde –biri sekizinci satırda, biri on ikinci satırda– “Lâ”nın yerine “Lâm”ın yazılmış. Halbuki “Lâm” Kur’an’da otuz bindir “Lâ” on dokuz bindir. Bu sehiv başka nüshalarda kısmen tashih edilmiş. Fakat mahkemenizde kalan Zülfikarlarda tashih edilmemiş. Ben de burada unuttum. Siz Cezire’nin müftüsü vasıtasıyla, o imam Abdurrahîm’e müstensihin bu sehvini tashih eylemesini yazarsınız. Tâ ki Medresetü’z-Zehranın erkânı bu vasıta ile Cezire ile dahi münasebettar olsun diye size havale ediyorum.

Hem bu defa Hüsrev’in mektubunda Zübeyr’in Nazif’e göndereceği pusulayı oraya sehven gönderdiğini anladım. Hüsrev’in de küçük bir sehvi var. Çünkü Yirmi Dördüncü Mektup değil, Yirmi Dördüncü Söz’ün Onuncu Asıl’ına dair Nazif’e bir kısacık mektubum vardı. Sureti burada kalmamıştı. Onuncu Asıl’ın suretini Nazif’e gönderip o pusulanın suretini bize göndermesi için demiştim. Halbuki Onuncu Asıl’ı sehven size göndermiş. Fakat gayet parlak, uzun istidası; bu küçücük sehvini hiçe indirdi, affettirdi. Bu meselenin sırrı budur:

Nazif büyük bir hayır yapmak için Nurcuların ehemmiyetli bir virdi olan Cevşenü’l-Kebir’i makine ile teksir etmiş. Bunun sevabına dair, hâşiyesindeki pek hârika ve müteşabih hadîslerden faziletine dair olan parçayı beraber teksir etmek için bana yazmıştı. Ben de dedim: Otuz beş seneden beri her gün Cevşen’i okuduğum halde o hâşiyeyi üç dört defadan ziyade okumadım. Onun için onun aynı münasip olmaz. Tâ muarız ve zındıklar itiraz parmaklarını uzatmasınlar.

İnşâallah yakında o mübarek Cevşenü’l-Kebir, Nurcuları şavkıyla tenvir edecek.

Sâlisen: Ankara ve İstanbul Üniversite Nurcuları İstanbul’da iki bin adet Rehber’i tabediyorlar. Zannımca büyük Rehber’dir. Daha iyi. İnşâallah gençlere büyük bir rehber olur. Kılınç Hacı Ali’ye Medresetü’z-Zehra ile münasebettar olmak için siz yazınız ki: Asâ-yı Musa’yı edib âlimler güzelce tercüme etsinler. Tâ o tercüme münasebetiyle âlem-i İslâm’ın o üstadları Nurlarla alâkadar olsunlar.

Râbian: Hacca giden kardeşimiz Marangoz Ahmed, selâmetle gelmiş mi merak ediyorum? Hem Zülfikar ve Asâ-yı Musa’nın âhirinde Hüsrev’e ve yardımcılarına olan aynı duayı Mustafa Gül ve refiklerini ilâve ile Sözler mecmuasının âhirinde yazınız.

Bâki umumunuza selâm…

اَلْبَاقٖى هُوَ الْبَاقٖى

Kardeşiniz Said Nursî

***

Bu muallim Osman, Ceylan’ın hapis arkadaşıdır. Ondan tam ders almış. İkinci bir Ceylan olmak kabiliyeti var.

Medar-ı hayrettir; duamda Nurcular dairesinde her gün isimleriyle yâd ettiğim iki sofi-meşrep, kendilerini satmak fikriyle bana ve Nur’a iliştiklerine dair mektup geldi. Ben gücenmedim, onları daha ziyade duama aldım. Aynen eskiden İstanbul’da Eski Partinin desiseleriyle bize ilişen malûm ihtiyar şeyh gibi onları hem kendime mübarek kardeş hem dost bildim, hakkımı helâl ettim. Fakat iki İhlas Lem’alarını okumalarını arzu ediyorum.

Kardeşlerim, siz dahi böylelerden gücenmeyiniz, münakaşa etmeyiniz.

Said Nursî

***

بِاسْمِهٖ سُبْحَانَهُ وَ اِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِهٖ

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ

(Mahkeme-i Kübraya Şekva ve Müdafaatın bir hâşiyesidir.)

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Bu mealde adalet-perver Demokratlara istida yazabilirsiniz. Hastayım, siz nasıl münasip ise öyle yapınız.

Avukatımızdan, bir gün evvel aldığımız mektupta “Kitaplarımızın suç mevzuu olan ve olmayanlarını tefrik etmeye çalışıyorlar.” diye haber verdi. Şimdiye kadar yaptıkları gibi yine hiçbir kanuna uymayan bir tarzda, binler kelime içinde bir risalede bir tek kelimeyi bahane edip suç mevzuu yapmak, o risaleyi vermemek suretiyle Nurların intişarına garazkârane mani olmak fikriyle hem kararnamelerini Mahkeme-i Temyizce bütün bütün bozan o kararnamede suç mevzuu gösterdikleri, bizim aleyhimizde olmadığı halde müddeiumumînin iddianamesine karşı Hata-Savab Cetveli’nde seksen bir hatasını ve garazkârlığını kat’î ispat ettiğimiz halde, şimdi aynı garazkârlıkla dört yüz sahife Zülfikar Risalesi’ni; birkaç satır tesettür ve irsiyet hakkındaki yüz bin tefsirin aynı manayı söylediklerine binaen otuz kırk sene evvel yazılan cümlelerini suç mevzuu yapıp o mecmua-yı azîmeyi müsadere edip bize vermemek, dünyada hangi kanun buna müsaade eder?

Hem Afyon Mahkemesindeki eserler –tekrarat-ı Kur’aniye ve melekler hakkındaki iki parçacık müstesna olarak– bütün eserler iki sene ellerinde kalarak hem Denizli hem Ankara Ağır Ceza Mahkemesi beraetine karar vererek, içinde suç mevzuu bulamadıkları ve bize iade etmeye karar verdikleri ve aynı eserler Isparta hükûmetinin bir vakit müsadere ile tamamen eline geçtiği halde, tamamıyla sahiplerine iade ettikleri ve sonra da Zülfikar’la Asâ-yı Musa’yı ruhsatsız eski yazı ile neşir bahanesiyle dört seneden beri müsadere edip aynen hiçbiri zayi olmadan yüz yetmiş adet mecmuada bir suç mevzuu bulamadıkları için bizlere tamamen iade ettikleri ve bizim en mühim suçumuz olarak gösterdikleri eski partinin bir kısım şeflerine hakikat namına itirazımızın yüz misli ziyade şimdiki dinî mecmualar, resmî cerideler aynı itirazı şiddetle vurdukları halde, Risale-i Nur’un bir mahrem parçası şimdiki zaman tamamıyla tayin ettiği bir hadîsin hakikatini tefsir bahsinde, şeflerin başı Lozan Muahedesi’nde hiçbir zaman hiçbir Müslüman hakiki Türk’ü, hiçbir Nasraniyet’e ve Yahudiliğe ve başka dine girmeyen ve İslâm kahramanları olan Türkleri Protestan yapmaya malûm hahambaşı ile ittifak ederek rey veren o adam, bütün ulema-yı İslâm’ın “Cevazı yok.” diye ittifaken hükmettikleri halde, on cihetle kanunlarla onu bütün bu vatandaki masum Müslümanlara cebren giydirdiği ve tarih-i beşerde bu çeşit manasız acib bir cebr-i umumî yapmak ve hiçbir kanuna uymayan keyfî kanun namına kanun ile onu bu millet-i İslâmiyeye cebren giydirmek; elbette o adam, o Lozan Muahedesi’nde verdiği dehşetli fikrini ispat etmiş ki din-i İslâm’a gayet muzır olarak hadîsin haber verdiği adam bu zamanda o şeftir.

İşte hakikat böyle iken Afyon Mahkemesi adalet namına değil belki o ölmüş adamın muhabbeti taassubu namına, eski harfle de neşredilen kararnamenin âhirinde bizi mahkûm etmek için en mühim sebep, savcının garazkârlığı sebebiyle, mahkeme heyeti demişler ki: “Said ve arkadaşları, Mustafa Kemal’e din yıkıcı, Süfyan demişler ve kalplerdeki sevgisini bozmaya çalışmışlar, onun için mahkûm ediyoruz.”

Acaba ölmüş gitmiş bir adamın şahsına karşı bin defa böyle itiraz da olsa şahsî bir dava oluyor. Mahkeme-i adalet buna dair böyle bir hüküm vermek, elbette pek acib bir mana, iş içinde vardır.

Şimdi böyle adamların elinde Nur eserleri dört defa beraet kazandıkları ve şimdi Adliye Bakanı üç defa Nur eserlerinin beraetine ve eserde suç mevzuu olmadığına, bizi mahkûm eden Afyon kararını bozmasıyla hüküm verdiği halde şimdi bütün millet, adalet ve şefkat ve diyanete hizmet bekledikleri Demokrat Hükûmeti zamanında, eski müstebitlerin dehşetli planlarıyla Risale-i Nur’a karşı garazkârların keyfine bırakmamak; bırakılsa Demokrat Hükûmeti aleyhinde büyük bir hıyanettir ve milletin teselli ümidini kırmaktır.

Benim Ankara’da bir vekilim Mustafa Sungur 17.11.950 tarihli çektiği telgrafta “Umum risalenin bize iadesine karar verilmiş.” diye müjde verdi. Ve âdil Adliye Vekili üç defa beraet verdiği ve şimdi de Sungur’un mektubuna göre hem iadesine emir verildiğini ve şimdi telefonla yine haber vereceğim, söyledikleri halde bu on altı seneden beri aleyhimizde olan iftiralar ve jurnaller hem Eskişehir hem Denizli Mahkemesinden bütün dosyaları Afyon Mahkemesi manasız toplamak ve af kanununun çıkmasıyla ve mahkemelerin beraet vermesiyle o mübarek eserleri o dosyalar içerisine karıştırarak çürütmek için mahzene atmak ve üç seneden beri bizi aldatan bazı eşhasa Nurların işlerini bırakmamak lâzım geliyor.

Başbakan ve Adliye Bakanına, bu gayet mühim meseleyi nazar-ı dikkatlerine arz ediyoruz.

Said Nursî

Hâşiye: Acib bir hâdise, adalet ve dinden hariç zalimane numunelerden birisi de üç seneden beri müsadere ettikleri Kur’an’ımızı çok defa istediğimiz halde vermedikleri ve iki bin sekiz yüz lafza-i Celal altınla yazılı, gözle görünen mu’cize-i Kur’aniyeyi gösteren o mübarek Kur’an’ımızı bize vermediler. Şimdi avukat diyor ki: “Bir istida Diyanet Reisine yazınız ki iade edilsin.” Bunun gibi yüzler numuneler var ki sırf bir garazla ve ecnebi parmağıyla aleyhimize işler dönüyor. Bizi ve âlem-i İslâm’ı pek sevindiren Demokratlar dikkat etsinler. Nurları ve Nurcuları bu işkencelerden kurtarsınlar.

Nur talebeleri namına

Said Nursî

***

بِاسْمِهٖ سُبْحَانَهُ وَ اِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِهٖ

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Benim Abdurrahmanım ve küçücük bir Hüsrev namını alan Ceylan, vazifesini iki üç yerde tam yaptı, geldi. Şimdi daha büyük bir vazife için Ankara’ya Sungur gibi bir vekilim olarak gönderiyorum.

Sâniyen: Bazı zatların mektuplarını bera-yı malûmat size gönderdim.

Sâlisen: Benim Sözler mecmuasından ve İnebolu’dan gelen yeni harf Tarihçe-i Hayat ve eski harf Cevşen’den bana gönderilecek nüshaların mukabili size ne kadar borcum olabilir, bildiriniz.

اَلْبَاقٖى هُوَ الْبَاقٖى

Kardeşiniz Said Nursî

***

Aziz, sıddık kardeşim Osman Nuri!

Madem Cenab-ı Hak, senin kudsî niyet ve ihlasınla Ankara’da en mühim genç Saidleri senin etrafına toplatmış. Madem Ankara’da benim bulunmamı lüzumlu görüyorsunuz. Ben de şimdi nafakamla tedarik ettiğim nüshalarımı, o küçük Medrese-i Nuriyeme benim bedelime gönderiyorum. Onların adedince Saidler, seninle komşu olurlar.

Hem fedakâr evladın çok fevkinde sadakatle şimdiye kadar hizmetleriyle her biri birer genç Said olarak beş on Abdurrahmanlarım hükmünde Sungur, Ceylan, Tillolu Said, Salih, Abdullah, Ahmed, Ziya gibi genç ve çalışkan Saidleri senin yanına hem benim vekilim hem senin talebelerin olarak benim bedelime o küçücük Medrese-i Nuriyeye nezaret ve bir nevi dershane olarak reyinize bırakıyorum.

اَلْبَاقٖى هُوَ الْبَاقٖى

Kardeşiniz Said Nursî

***

Aziz, sıddık ve mübarek kardeşlerim!

Evvela: Hüsrev’in imzasıyla Reisicumhura verilen telgraf –bir ihtimali var ki Ankara’da küçük Hüsrevler, Hüsrev’in kalemiyle yazılan Kur’an’ı fotoğrafla tabetmek ihtimali hatırımıza geldi– siz Isparta postahanesinden anlayınız ki ne mahiyette bir telgraftır? Bana da malûmat veriniz. Merak ettim.

Sâniyen: Konya’daki Rıfat Filiz kardeşimizin mektubunda, bazı sofilerin bize hafif tenkitlerinin hiç ehemmiyeti yoktur. Sakın müteessir olmasınlar. Hiçbir vecihle mukabele etmesinler. Şimdi ehl-i imanın, hususan ehl-i tarîkatın ve bilhassa şahsıma ait tenkitlerini bir nevi nasihat ve bir nevi iltifat telakki ederim. Onlara hakkımı helâl ediyorum. Şimdi ehl-i ilhadın bize dehşetli zararlarına karşı; kardeşlerimiz olan ehl-i imanın gayet hafif, şahsıma karşı tenkitlerini bir nevi ikaz ve bizi ihtiyata sevk için bir dostluk telakki ediyorum.

Sâlisen: Bu yakında Afyon’da haftalık gazeteler, gizli münafıkların tahriki ile beni de alâkamız olmadığı bir şeye münasebettar göstermiş. Buradaki Nurcular da onu tekzip ettiler. Merak edilecek bir şey değildir. Medresetü’z-Zehra erkânlarının hârika ve müessir ve âlem-i İslâm’a menfaatli hizmet-i Nuriyelerini bütün ruh u canımızla tebrik ediyoruz.

Umum kardeşlerimize ve hemşirelerimize binler selâm eder, dua eder ve dualarınızı istiyorum.

اَلْبَاقٖى هُوَ الْبَاقٖى

Kardeşiniz Said Nursî

***

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Evvela: Mübarekler köyünden Ali ile Hacı Süleyman ve Dinar tarafından Abdurrahman ve Himmet ve daha evvel gelen ehemmiyetli bir Nurcu hemşehrisi yanıma geldiler. Cenab-ı Hakk’a çok şükürler ediyorum ki Mübarekler köyü Kuleönü’nde eskisi gibi Nurlara şiddetli alâkalarını muhafaza ediyorlar. Ve onların sadakat ve ihlaslarının bir kerametidir ki:

Kendime mahsus on mecmua kitaplarımı lüzumuna binaen Ankara’ya gönderdiğim ve çok ehemmiyetli ve uzak yerlerden benden kitapları istedikleri aynı zamanda Kuleönü mübarekleri kendilerine mahsus Nur mecmualarını, gönderdiğim miktarın aynı olarak Medresetü’z-Zehranın bir hediyesi olarak bana getirdiler. Hususan Birinci Abdurrahman olan Büyük Mustafa’nın kendi el yazısı olan bütün Mektubat ve Lâhika’yı içinde buldum. Cenab-ı Hak o kitapların harfleri adedince her birisine mukabil bin rahmet ihsan etsin, âmin!

Sâniyen: On bir ay Hüsrev’in istirahatine fevkalâde hâlisane hapiste hizmet eden ve müdafaatında gayet güzel mukabele eden Nur’un küçük kahramanlarından Mustafa, dünkü gün benim yanıma geldi, dedi: “Ben, ağabeyim Hüsrev’in yanına ziyaretine gideceğim.”

Dedim: Gerçi hem senin hem onun hakkınızdır bu ziyaret. Fakat bugün dört talebe geldiler, Isparta’ya gittiler, o cihette ihtiyaç kalmadı. Sen de Risale-i Nur hesabına mühim bir köyde imam olduğun için o hizmet de benim şahsî hizmetimden daha ziyade Nurlara faydası olduğu gibi Hüsrev’in ziyaretinden şimdilik daha kıymettar olabilir. Eğer o köyde hizmet-i Nuriye olmasaydı Mustafa gibi hâlis ve fedakâr hizmetkâra ihtiyacım vardı. Öyle ise şimdilik ziyareti tehir et.

Sâlisen: Konyalı Hacı Sabri kardeşimiz yanıma geldi. Ben, Sadık, Hayri, Mustafa hazır iken çok ehemmiyetli sohbetimiz, Hacı Sabri’ye mühim bir ders oldu. Bilhassa Medresetü’z-Zehra erkânlarının, hususan Hüsrev’in bu vatan ve millet ve âlem-i İslâm’a hizmet-i imaniyeleri ve tahripçi dinsizlerin desiselerine set çekmeleri o kadar büyük bir hasenedir ki farz-ı muhal binler seyyie olsa affettirir. Öyle ise başta Hüsrev olarak o erkânların hiçbir hareketini tenkit etmemek ve kemal-i ihlas ve samimiyet ile onlara tesanüd ve tam kardeş olmak lâzımdır diye bu mealde bir ders oldu. İnşâallah Hacı Sabri de Hoca Sabri ve Rüşdü ve emsalleri gibi ruh u can ile alâkadar ve Hüsrev’e tam kardeş olacak, meşrep ihtilafı daha tesir etmeyecek.

Hasta kardeşiniz Said Nursî

***

Aziz, sıddık kardeşlerim, Medresetü’z-Zehra erkânları, Nur nâşirleri!

Evvela: Bir meseleyi biz münasip gördük; size, asıl Nur hakkında söz sahibi Medresetü’z-Zehra erkânlarının tensibine havale etmek için kalbe geldi. Şöyle ki:

Bugünlerde bana hizmet eden üç arkadaşımızın muvakkaten birkaç gün benden ders almak iştiyaklarına binaen ve eski zamanda talebelerime verdiğim kıymettar bir hatırayı hayatlandırmak iştiyakına binaen, matbu Lemaat’ı her gün bir sahifesini ders veriyordum. Hem ben hem onlar çok hayretle ve takdirle karşılıyorduk.

Fikrimize geldi ki: Bu matbu risalenin, sair matbu risaleler gibi nüshalarının kalmadığının sebebi, bunun çok kıymettar olduğunu bilen düşman kısmı intişarına mani olduklarına ve dost kısmı, kıymeti için elinden çıkarmadığına kanaatimiz geldi.

Hem gördük ki: Bu Lemaat, Risale-i Nur’un mühim bir kısmının çekirdekleri, tohumları hükmünde gayet güzel vecizelere ve hiçbir edibin ve mütefekkirin muvaffak olamadığı bir tarzla sehl-i mümteni gibi taklit edilmez, büyük bir hakikat-i içtimaiyeyi küçük bir vecizede ve manzum bir kitabı mensur gibi aynı nesirli bir kitap gibi hiç nazmı hatıra getirmeden kolayca okunacak bir tarzda bulunması, otuz yedi sene evvel ramazan-ı şerifin yirmi gününde her gün bir iki saat iştigaliyle bir tarzda koca bir kitap kadar uzun bir nevi mesnevî yazılması ve içinde yirmi yerde, bir ihtar-ı gaybiye nevinde haber verdiklerinin otuz kırk sene sonra aynen meali çıkmış gibi o noktalara, elimize geçen bir nüshada işaret koyduk. Gösteriyor ki bu Lemaat, Risale-i Nur’un bir müjdecisi ve fihristesi ve bir fidanlık numunesidir kanaatimiz geldi.

Sâniyen: Bu Lemaat’ın işaret ettiğimiz kısımları Otuz Üçüncü Söz namında Sözler’in âhirinde yazılması, Nur kahramanı Hüsrev’in ve Medresetü’z-Zehra erkânlarının reyine havale ediyoruz.

Umum kardeş ve hemşirelerime selâm ve dua ve dualarını istiyoruz.

اَلْبَاقٖى هُوَ الْبَاقٖى

Said Nursî

Hâşiye: Eğer kabul etseniz yanımdaki Lemaat sonra gönderilecek.

***

Aziz, sıddık, sadık, muhlis ve hâlis kardeşlerim ve hemşirelerim!

Bütün ruh u canımızla bayramlarınızı hem bu sene serbestçe hâlisane hacca gidenlerin bayramlarını hem bu vatandaki istibdadın kırılmasıyla hürriyet-i şer’iyeye bu milletin mazhariyete başlamasını ve bu milletin bu manevî bayramını ve âlem-i İslâm’ın ittifakkârane intibahlarının manevî bayramlarını ve Risale-i Nur’un hakikat-i Kur’aniyeye dair verdikleri haberlerini zamanın tasdik etmelerini ve en geniş bir daire o manevî envar-ı Kur’aniyeye, beşer ihtiyacını hissetmesini tebrik ediyoruz.

اَلْبَاقٖى هُوَ الْبَاقٖى

***

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Evvela: Seyyid Salih’in Halep ve havalisindeki çok ehemmiyetli İhvan-ı Müslimîn Cemiyeti için sizden istediği Nur mecmualarından, kendime mahsus mecmualardan on tanesini ona gönderdim ki onlara versin.

Sâniyen: Denizli hem Denizli’deki Nur kardeşlerimizle ziyade alâkadarım. Merhum Hasan Feyzi’nin arkadaşları ne vaziyette olduklarını ve Yakub Cemal eski kardeşimiz ne halde ve nerede olduğunu merak ederken, aynı vakitte Yakub Cemal’in Denizli Nurcuları namına güzel bayram tebriği beni çok sevindirdi. Mütehassirane ve müştakane hayalen beni Denizli’de gezdirdi “Mâşâallah, bârekellah!” dedim.

Sâlisen: Nurcuları yirmi seneden beri tazip eden ve hapislere sokan bedbahtlardan bazıları, her günde bir ay bize verdikleri sıkıntılar kadar manevî azap çekiyorlar. Biz o zalimleri cehenneme havale edip sabrederdik. Fakat hizmet-i imaniye kudsiyeti, o bedbahtlara dünyada da bir nevi cehennemi adalet-i İlahiyeden istemiş ki bazıları bir senede istibdad-ı mutlakadan aldığı lezzeti hiçe indiriyor gördük, zaman gösterdi. Demek, adalet ve inayet-i İlahiyenin himayeti bize kâfidir.

Râbian: Ali Osman’ın vefatıyla hem akrabasını hem Medresetü’z-Zehra ve Nur dairesini taziye ediyorum. Ve onu da tebrik ediyorum ki vazifesini tam yapmış ve şimdi de Nur kahramanları Hâfız Ali ve Hâfız Mustafa yanında duama dâhildir.

Umum kardeşlerime binler selâm…

اَلْبَاقٖى هُوَ الْبَاقٖى

Said Nursî

***

 

 

(Mahremdir. Şimdilik Medresetü’z-Zehra erkânlarına mahsustur.)

İhtiyar Kadınlara Ehemmiyetli Bir Müjde ve Bekâr ve Mücerred Kalmak İsteyen Genç Kızlara Bir İhtar

Hadîs-i şerifte عَلَيْكُمْ بِدٖينِ الْعَجَائِزِ gösteriyor ki âhir zamanda kuvvetli iman, ihtiyar kadınlarda bulunur ki “Dindar ihtiyar kadınların dinine tabi olunuz.” diye hadîs-i şerif ferman etmiş.

Hem Risale-i Nur’un dört esasından bir esası şefkattir ve kadınlar şefkat kahramanı bulunmasından hattâ en korkağı da kahramancasına ruhunu yavrusuna feda eder.

Ve bu zamanda o kıymettar valideler ve hemşireler, büyük bir hâdise ile karşılaşıyorlar. Mahremce ve ifşası münasip olmayan bir hakikat-i fıtriyesini Nur şakirdlerinden mücerred kalmak isteyen veya mecbur kalan kızlar kısmına beyan etmek lâzım gelir diye ruhuma ihtar edildi. Ben de derim ki:

Kızlarım, hemşirelerim! Bu zaman, eski zamana benzemiyor. Terbiye-i İslâmiye yerine terbiye-i medeniye, yarım asra yakın hayat-ı içtimaiyemize yerleştiği için bir erkek bir kadını ebedî bir refika-i hayat ve saadet-i hayat-ı dünyeviyeye medar ve sair günahlardan kendini muhafaza etmek için almak lâzım gelirken; o bîçare zaîfeyi daim tahakküm altında, yalnız dünyevî muvakkat gençliğinde sever. Ona verdiği rahatın bazı on misli onu zahmetlere sokar. Eğer şer’an küfüv tabir edilen birbirine denk olmazsa hukuk-u şer’iye nazara alınmadığından hayatı daima azap içinde geçer. Kıskançlık da müdahale ederse daha berbat olur.

İşte bu izdivaca sevk eden üç sebep var:

Birisi: Tenasülün devamı için hikmet-i İlahiyece o fıtrî hizmete bir ücret olarak bir fıtrî meyil ve şevk vermiş. Halbuki o zevk on dakikada bir lezzet verse de eğer meşru ise erkek bir saat meşakkat çekebilir. Fakat kadın, on dakikalık o zevk için on ay çocuğu kendi vücudunda zahmetini çekmekle on sene çocuğun hayatına yardımla meşakkat çeker. Demek, o on dakikalık fıtrî meyil, bu uzun meşakkatlere sevk ettiği için ehemmiyeti kalmaz. His ve nefis, onunla onu izdivaca tahrik etmemeli.

İkincisi: Fıtraten kadın, zaafı için maişet noktasında bir yardımcıya muhtaçtır. O ihtiyaç için şimdiki terbiye-i İslâmiyeden ders almayan; serseriliğe, tahakküme alışanlardan o küçük bir iaşesi hatırı için tahakkümler altına girip riyakârane kocasının rızasını tahsil etmek yolunda hayat-ı dünyeviye ve uhreviyesinin medarı olan ubudiyetini ve ahlâkını bozmak bedeline, köy kadınları gibi kendi nafakasını kendi çalışmasıyla kazanmak, on defa daha kolaydır. Rezzak-ı Hakiki çocukların rızkını süt ile verdiği gibi onların da rızkını o Hâlık-ı Rahîm veriyor. O rızık hatırı için namazsız ve ahlâkını kaybetmiş bir zevci aramak, riyakârane çalışıp tahakkümü altına girmek elbette Nur talebesinin kârı değil.

Üçüncüsü: Kadınlığın fıtratında çocuk okşamak ve sevmek meyelanı var. Ve bir evladının dünyada ona hizmeti ve âhirette de şefaati ve validesi öldükten sonra ona hasenatı ile yardımı, o meyl-i fıtrîyi kuvvetlendirip evlendirmeye sevk etmiş. Halbuki şimdi terbiye-i İslâmiye yerine terbiye-i medeniye ile on taneden bir iki hakiki evlat, kendi validesinin şefkatine mukabil fedakârane hizmet ve dindarane dualarıyla ve hasenatlarıyla validesinin defter-i a’maline haseneler yazdırmak ve âhirette salih ise validesine şefaat etmek ihtimaline mukabil, ondan sekizi o haleti göstermediğinden bu fıtrî meyil ve nefsanî şevk ile o bîçare zaîfeler böyle ağır bir hayata kat’î mecbur olmadan girmemek gerektir.

İşte bu işaret ettiğimiz hakikate binaen, bekâr kalmak isteyen Nur şakirdlerinden olan kızlara derim ki:

Tam muvafık ve dindar ve ahlâklı bir zevc bulmadan kendilerini açık saçıklıkla satmasınlar. Eğer bulunmadı, Nur’un bir kısım fedakâr şakirdleri gibi mücerred kalıp tâ ona lâyık ve ebedî bir arkadaş olacak ve terbiye-i İslâmiyeyi almış vicdanlı bir müşteri ona çıksın. Ve saadet-i ebediyesi, muvakkat bir keyf-i dünyevî için bozulmasın ve medeniyetin seyyiatı içinde boğulmasın.

Said Nursî

Hâşiye: Hemşireler ve genç kızlar Tesettür Risalesi’ni okumalıdırlar.

***

Hapsin Latîf Bir Hatırası

Hapislerde, hususan Afyon hapsinde; eski zalim müstebitlerin aldatmak suretinde ara sıra af bahsini etmesinden bîçare mahpuslar benden soruyordular: “Acaba af olacak mı?”

Ben de derdim: “Bu zalimler aldatıyorlar. Fakat Nur şakirdleri madem mahpuslara teselli vermek ve yüzde doksanını namaz kıldırmak hikmetiyle üç defa hapse girdiler. Rahmet-i İlahiyeden kuvvetli ümit ederim ki hapislerin tam bir af ile çıkmasına bir alâmet olduğuna kuvvetle ümit ve müjde ediyorum.” Çok defa, çok adamlara bu teselliyi veriyordum.

Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükrolsun ki kahraman Demokratlar o ümit ve ihbarlarımı tasdik ettirip keyfî, tarafgirane bazı kanunların bahanesiyle ve garazkâr bazı memurların tarafgirlik hesabına bahanelerle ezilen çok masum mahpusları azaptan kurtarmaya vesile oldular. Ve milletin cüretkâr kısmını kendine ve asayişe taraftar ettiler. O vesile ile pek çok mahpuslar Nurlara ve Nurculara cidden alâkadarlık sebebiyle tamamıyla ıslah-ı hal edip vatan ve millete değil muzır, belki birer hizb ve uzv-u nâfi’ hükmüne geçtiler.

Said Nursî

***

Loading