Emirdağ Lâhikası – I s.131-150

Re’fet Kardeş!

Sen de çok safalar geldin ve Risale-i Nur yazısı ile meşguliyetin beni cidden sevindirdi. Hulusi ve Sabri gibi senin de suallerinin Risale-i Nur’da ehemmiyetli neticeleri ve tatlı meyveleri var. Senin yanında bulunan ve risalelerde kaydedilmeyen ilmî parçaları münasip yerlerde veya Lâhika’da yazarsınız.

Kardeşlerim! Asâ-yı Musa mecmuasının yazmasında bir tedbir hatırıma geldi. Taksimü’l-a’mal ile beş altı zat, aynı kıtada her biri bir kısmını yazsın; daha çabuk ve daha kolay olur. Hem usandırmaz hem –büyüklüğü için– yazmak cesaretini kırmaz. Tahmin ederim ki bu çok ehemmiyetli vazife-i Nuriye tam ileri gitmemesi bu sebeptendir. Yazısı güzel olanlar, herhalde bu yeni tedbir ile o vazifeye çalışmalı.

Kardeşlerim! Çok dikkat ve ihtiyat ediniz. Sakın sakın hocalarla münakaşa etmeyiniz. Mümkün olduğu kadar musalahakârane davranınız, enaniyetlerine dokunmayınız, bid’at taraftarı da olsa ilişmeyiniz. Karşımızda dehşetli zındıka varken mübtedilerle uğraşıp onları dinsizlerin tarafına sevk etmemek gerektir.

Eğer size ilişmek için gönderilmiş hocalara rast gelseniz, mümkün olduğu kadar münazaa kapısını açmayınız. İlim kisvesiyle itirazları, münafıkların ellerinde bir senet olur. İstanbul’da ihtiyar hocanın hücumu ne kadar zarar verdiğini bilirsiniz. Elden geldiği kadar Risale-i Nur lehine çevirmeye çalışınız.

Umum kardeşlerime birer birer selâm…

***

Çok aziz, sıddık, kahraman, bahtiyar Emirdağlı kardeşlerim!

Geçirdiğiniz çok büyük âfeti müş’ir, mübarek efendimiz hazretlerinin, çok ehemmiyetli ve çok kıymetli ve perde altında çok müjdeli lütufnamelerini aldık. Her birerlerinize, hususan bu yangında daha çok tehlike atlatan kardeşlerime, bura ve bu civar talebeleri namına büyük geçmiş olsun der ve bu vesile ile dehşetli küfr-ü mutlak yangınının mahallemizi sardığı ve kızıl kıvılcımlarının saçaklarımıza sıçramak üzere olduğu bir hengâmda, umum ehl-i iman ve hususan Nurcular namına, o maddî yangında çocuk Ceylan’ın ağlamakla meded istemesi gibi bir manevî Ceylan olarak, o büyük ve çok müşfik Üstada “Meded! Biz yanıyoruz, mahvolduk!” diye niyaz eylerim.

Bu Emirdağ yangınında, günün en çok nüfuzuna sahip kızıl Rusya’dan çıkarak, kızıl ateşler ve kızıl kıvılcımlar saçan ve birer birer dünya şehrinin mahallelerini saran ve oraları yakıp kavuran, bazı yerlerde de nifak ve şikak ateşleri saçarak, kardeşine “Kardeşini öldür.” diye bağıran ve en nihayette âlem-i Hristiyaniyeti yakıp kavurup harman gibi savurduktan sonra âlem-i İslâm mahallesini saran ve evimizin saçaklarına kıvılcımları sıçrayan ve çok büyük ve çok dehşetli bir bela olan komünizm ve bu azîm yangında itfaiye vazifesini üzerine alan Risale-i Nur’a ve Risale-i Nur’un günün en büyük mutfîsi, en büyük tahassungâhı ve en büyük melcei ve penahı ve onun şahs-ı manevîsinin dualarının bârgâh-ı ehadiyette kabul olduğuna sarîh bir işaret var. Ve âdeta ona hücum edenlere ve etmek isteyenlere karanlık gecede kırmızı diliyle şöyle hitap ediyor:

Ey Fahr-i Âlem’in gösterdiği doğru yoldan şaşanlar! Dünyanın fâni metalarıyla gururlanıp taşanlar ve ey dünyamıza zararı olur korkusu ile nur-u Kur’an’dan kaçanlar! Sizler, dünyanızın uçurumlara gittiği zannıyla, o bâki ve tatlı sandığınız fâni ve hakikatte çok acı lezzetlerinizin zeval bulmak, şedit ve elîm elem ve ızdıraplara tahavvül etmek üzere olduğunu tahmin ederek manasızca radyoların başına koşuyorsunuz. Bu koşmakta ve bu dedikoduları dinlemekte ne fayda var?

Zeval bulucu lehviyat ve lezaizle körleşmiş, bakan gözleriniz artık yeter biraz hakikati görsün, sağırlaşmış duyan kulaklarınız, biraz hakikati duysun ki bu acib ve dehşetli ve hiç misli görülmemiş devirde, hususan ehl-i imanın çok sarsıntılar geçirdiği ve çok dehşetli düşmanlar karşısında bulunduğu ve küfr-ü mutlak ateşinin mahallemizi sardığı bir zamanda ancak ve ancak günümüzün en müstahkem, kavî, yıkılmaz, sarsılmaz tahkimatı olan Risale-i Nur’un nurani siperlerine iltica etmekle ve onun daire-i kudsiyesine dehalet etmekle kurtulacak ve imanınızı kurtararak, idam-ı ebedî zannettiğiniz ölümü, bir hayat-ı bâkiyeye tebdil edeceksiniz.

Ve işte o Nur’un mübarek tercümanının ve mübarek şahs-ı manevîsinin اَجِرْنَا وَ اَجِرْ وَالِدَيْنَا وَ اَجِرْ طَلَبَةَ رَسَائِلِ النُّورِ وَوَالِدَيْهِمْ مِنَ النَّارِ ve emsali dualarının kabulüyle, şefaatiyle ve hürmetine, benim dehşetli fakat cehennem ateşi yanında hiç ehemmiyeti olmayan ateşimden, onun şakirdlerinin, hâdimlerinin ve risalelerinin muhafızı bulunan mağazaları nasıl âzad olmuş, kurtulmuş ise sizler de o mübarek şakirdler gibi o mübarek daire-i kudsiyeye dehalet ettiğinizde; dünyevî ve uhrevî dehşetli ateşlerden kurtulacak ve evlad ü iyalinizin bir nevi çobanı olmak hasebiyle, o sevgililerinizi de kurtaracaksınız. Ve her birerleriniz maddî ve manevî felâh ve saadete nâil olacaksınız.

Bakıp da görmeyen ve görüp de görmek istemediğinizden kapadığınız gözlerinizi açınız, görünüz ve azîm tehlikelerin çok yakın olduğunu ihsas ve telaş ve ızdırabınızı artırmaktan başka bir işe yaramayan dünya havadislerini veren radyo başına değil, ayaklarınızdaki bütün derman ve kuvvetinizle Risale-i Nur başına ve onun neticesi emniyet, selâmet ve saadet olan nurani dairesine koşunuz.

Bizlere de: Ey Nurcular! Allah’ın sizlere ihsan ettiği ezelî lütfuna karşı secdeden başlarınızı kaldırmayınız. Gecenin soğuğuna aldırmayınız. Sizlere lütfunu hiçbir hususta esirgemeyen Rabb-i Rahîm’e, gecenin bu mübarek saatlerinde kalkarak vazife-i şükrü eda ediniz. Ve bazıların düştüğü, istikbali düşünmek derdiyle akl-ı maaşı sarsan hâdiseler karşısında titremeyiniz, korkmayınız; Nur’un kudsî kerameti ve imdadını müşahede ediniz. Dünya fânidir, binler sene yaşamak olsa bâki olan hayat-ı uhreviyenin yanında, hiç-ender hiç mesabesindedir. Fakat fâni olmakla beraber, bâki hayatın bâki meyvelerini verecek bir mezraasıdır. Fırtınaların şiddeti, havanın dehşeti sizleri sarsmasın, korkutmasın. Bu mübarek mezraaya en mübarek ve nurani ve verimli ve bereketli olan Nur tohumlarını ekiniz. Zira “Eken biçer.” atalarımızdan kalma mübarek bir sözdür.

Ey Nurcular! Sizin hakiki vazifeniz, dünyaya bakmak değildir. Farz-ı muhal olarak dünyaya da bakılsa bakınız ve görünüz ve zuhuru muhtemel dehşetli yangınlar sebebiyle ve o yüzden karşılaşmanız ihtimali bulunan tehlikeler dolayısıyla kat’iyen sarsılmayınız, fütur getirmeyiniz. Çalışınız, çalışınız, çalışınız ve kat’iyen inanınız ki Nur’un şefaati, Nur’un duası, Nur’un himmeti sizleri kurtaracaktır. İşte bu davanın şahidi Emirdağlı Nurcuların dehşetli ateşten zararsız kurtulmalarıdır. Şimdiden umumunuza müjdeler olsun.

Kardeşiniz Mustafa Osman

***

Vasiyetnamemdir

Aziz, sıddık kardeşlerim ve vârislerim!

Ecel gizli olmasından vasiyetname yazmak sünnettir. Benim metrûkâtım ve Risale-i Nur’dan olan benim hususi kitaplarım ve güzel ciltlenmiş mecmualarım vesair şeylerimin bütününü, Gül ve Nur Fabrikalarının heyetine, başta Hüsrev ve Tahirî olarak o heyetten on iki (*[1]) kahraman kardeşlerime vasiyet ediyorum. Onlara bırakıyorum ki emr-i hak olan ecelim geldiği zaman, benim arkamda o metrûkâtım, benim bedelime o sadık ve mübarek ellerde hizmet-i Nuriye ve imaniyede çalışsın ve istimal edilsin.

Kardeşlerim! Bu vasiyetten telaş etmeyiniz. Ben, teessürattan ve dokuz defa zehirlenmekten, pek çok zayıf olmakla beraber; gizli münafıkların desiselerle müteaddid sû-i kasdları için bu vasiyeti yazdım. Merak etmeyiniz, inayet-i Rabbaniye ve hıfz-ı İlahî devam ediyor.

اَلْبَاقٖى هُوَ الْبَاقٖى

Kardeşiniz Said Nursî

***

Aziz, sıddık kardeşlerim ve hizmet-i imaniyede azimkâr arkadaşlarım!

Evvela: Birinci vazife-i Nuriye inşâallah matbaanın pek çok fevkinde iş görecek. Hem şimdi de şakirdlerine büyük sevaplar ve kuvvetli iman hizmetleri veriyor. Acaba bu vazife ileri gidiyor mu yoksa bu kışın ağır şeraitiyle geri mi kalıyor?

İkinci vazife de; “Onuncu Söz” zeylleriyle beraber, iki Mu’cizat risaleleri ve zeyllerinin âhirinde bulunmak lâzımdır. Birinci vazifesini bitirenler, yine mevcudu varsa bir cilt içine almaya çalışsınlar yoksa tedarik etsinler. Çünkü âlem-i İslâm, şimdiki intibahı, vahdet-i İslâm’a çalışması, herhalde Risale-i Nur gibi eserleri arayacak ve büyük dairelerin geniş nazarlarına elbette büyük mecmualar lâzımdır.

Sâniyen: Sizin bana yardımınız iki cihetle pek zahir ve pek büyüktür:

Birincisi: Sizin fütursuz hizmet-i Nuriyede çalışmanız, benim bütün musibetlerimi ve sıkıntılarımı hiçe indiriyor bilakis sürurlara kalbediyor.

İkinci Cihet: Kat’iyen biliniz ki duanız, onların ağır ve işkenceli zulümlerini, benim hakkımda inayetkâr, maslahattar merhametlere çevirmesine sebep olduğuna kat’iyen şüphem kalmadı. Ezcümle:

Memurları ve halkları benden ürkütmeleri, beni büyük hatalardan ve tasannulardan ve ihlasa münafî haletlerden ve vaktimi zayi etmekten kurtarıp kader-i İlahî’nin hakkımda, zulm-ü beşerî içinde tam adaletini ve inayetini gösterdi. Buna kıyasen, başıma ne gelse altında bir rahmet var. Yalnız benim ile meşgul olmaları için on dirhem zarar, Risale-i Nur’un on bin lirasını kurtarıyor. Onun için siz hiç beni merak etmeyiniz. Hattâ bazen damarlarıma dokunduracak tarzdaki ihanetlerine karşı beddua etmek isterken, onların yakında ölüm idamıyla kabr-i haps-i münferidde azapları ve bu ihanetlerinin neticesinde bana ait maslahatları ve hizmetimize menfaatleri düşündükçe bedduadan vazgeçiyorum.

Sâlisen: Her hafta bir iki mektubunuz bana hem şifa hem medar-ı teselli ve manevî bir sohbetle sizin ile görüşmeye vesile olmasından, kemal-i şevk ile postayı bekliyorum.

Umumunuza birer birer selâm ve dua…

Said Nursî

***

Aziz, sıddık kardeşlerim ve hakikat yolunda hakperest arkadaşlarım!

Bu defa sizin beş altı mübarek mektuplarınıza yalnız bir tek müşevveş mektupla cevap vermemden gücenmeyiniz.

Evvela: Halil İbrahim’in mektubu, şahsıma verdiği fevkalâde meziyetler için kabul etmemek mesleğimizce lâzım gelirken, iki manidar tevafuku bana hem kendini kabul ettirdi hem Lâhika’ya girdi. Fakat şahsıma ait kısmını bazen tayyettim ve bazısının üstünde “Risale-i Nur” kelimesini yazdım, ibaredeki suallerine cevap oldu.

Birinci tevafuk: Hakkımda teveccüh-ü âmmeyi kırmak için bir yüzbaşı bana karşı beş vecihle kanunsuz hakaret ve ihanet ettiği aynı zamanda, belki aynı saatte, yüz tane böyle yüzbaşıdan ehl-i hakikat nazarında daha ehemmiyetli ve Risale-i Nur’un erkânından bir kardeşimiz, bu yeni mektubu, haddimden yüz derece ziyade ihtiram verip o gibi ihanetleri hiçe indirerek yazmış. Hem şakirdlerin erkân-ı mühimmesinden dört zat, aynı meseleye iştirak edip imza basmışlar. Ben de bu garib tevafukun hatırı için mesleğime muhalif olan senakârane mektubu kabul edip ta’dil ederek Lâhika’ya geçirdim ve size de müsveddesini gönderdim.

İkinci tevafuk: Ben gece Asâ-yı Musa Risalesi’ni yazanları düşündüm ve yeni mektuplarda o noktada bahis aradım. Bu ağır kışta ve ara sıra bana münafıkların ilişmeleri, bunlara fütur vermek ihtimali var. Bu yazıcılara bir kamçı-yı teşvik lâzım. Nasıl ki Hasan Feyzi ve Halil İbrahim’in edibane iki tarifnameleri çokları yazıya şevk ile sevk ettiler diye bir teşvik vesilesini aradım; birden, sabahta benim ölümümü mevzu yapan ve şakirdleri korkutan ve sa’yde ve yazıda acele etmelerine medar o mektubu aldım, dedim: İbrahim Halil’in sadakati, keramet derecesine çıkmış.

Sâniyen: Feyzi ve Emin’in mektubu, benim çok endişelerimi izale etti. Evet, bu iki kardeşimizin sadakatleri ve hizmetleri ve Risale-i Nur’a sahabetlerinin çok ehemmiyeti var. Ve hapishanede dokuz ayda, dokuz sene kadar kıymettar hizmet eden Hilmi ve Sadık ve İhsan ve Beşkardeş namında Risale-i Nur’a kalemiyle çok hizmet eden ihtiyar Tahsin gibi ve Feyzi ve Emin’in mektubunda işaret edilen umum o civarda çok alâkadar olduğum kardeşlerimin hizmet-i Nuriyede devamları, beni sürurla ağlattırdı.

Fakat öz kardeşim Abdülmecid, beni çok merak ediyor; görüşemediğim buranın müftüsünden halimi anlamaya çalışıyor. Bundan sonra Feyzi ve Emin’in üçüncüsü Abdülmecid olsun. Safranbolu kahramanlarından aldıkları lüzumlu mektupları ona da göndersinler.

Hem benim tarafımdan ona yazsınlar ki: Eski Said’in birinci talebesi bulunduğun gibi Yeni Said’in dahi Hulusi ile beraber yine birinci safta talebelerisiniz.

Hem benim hakkımda musibet ve fena haberleri aldığı vakit, merhum pederim Mirza (rh) gibi olsun, merhume validem Nuriye (rh) gibi olmasın. Çünkü eski zamanda, dağdağalı hayatımda hakkımda acib havadisler peder ve valideme ihbar ediliyordu. “Sizin oğlunuz öldü veya vuruldu veya hapse girdi.” gibi fena haberleri babam işittikçe keyifleniyordu, gülüyordu. Derdi: “Mâşâallah, oğlum yine bir ehemmiyetli iş, bir kahramanlık göstermiştir ki herkes ondan bahsediyor.” Validem ise onun süruruna karşı şiddetle ağlıyordu. Sonra zaman, babamın haklı olduğunu çok defa gösteriyordu.

Sâlisen: Lütfü’nün sebatkâr ve pek ciddi vârisi Abdullah Çavuş ve İslâmköylü merhum Hâfız Ali’nin şakird ve vârislerinden Mustafa’nın mektuplarını umum Nur Fabrikasının kahramanları hesabına kabul ettim. Cenab-ı Erhamü’r-Râhimîn’e hadsiz şükür olsun ki o köyleri de Sava ve Kuleönü gibi bir medrese-i nuriye hükmüne getirmiş.

***

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Sizin bu defa müteaddid mektuplarınıza, rahatsızlık mecburiyetiyle, bir tek mektupla iktifa ediyorum.

Evvela: Risale-i Nur’un kahramanı Hüsrev, benim bedelime ölmek ve benim yerimde hasta olmak samimi ve ciddi istiyor. Ben de derim: Telif zamanı değil, şimdi neşir zamanıdır. Senin yazın, benim yazımdan ne derece ziyade ve neşre faydalı ise hayatın dahi hizmet-i Nuriyede benim bu azaplı hayatımdan o derece faydalıdır. Eğer benim elimden gelseydi hayatımdan ve sıhhatimden size memnuniyetle verirdim.

Sâniyen: Şehit merhum Hâfız Ali’nin tam bir vârisi Hasan Feyzi’nin, Denizli hesabına ve o civarda ciddi kardeşlerimizin namına yazdığı parlak kaside ve dördüncü şehnamesi ve orada dahi şakirdlerin faaliyetle Nur’a çalışmaları; benim zehirli, şiddetli hastalığıma bir merhem oldu. Cenab-ı Erhamü’r-Râhimîn’e hadsiz şükür olsun, Denizli’yi ikinci bir Isparta ve büyük bir İslâmköyü yapıyor.

Evet hâkim-i âdil, Muharrem ve Feyzi ve Hâfız Mustafa, bir iki senede, yirmi sene kadar hizmet-i Nuriyeyi yaptılar; Nur’un şakirdlerini ebede kadar minnettar eylediler. Cenab-ı Hak onlardan ve beraberlerinde Nur’a hizmet edenlerden ebeden razı olsun, âmin!

Sâlisen: Medrese-i Nuriyenin kahramanlarından ve Barlalı Marangoz Mustafa Çavuş ve Hâfız Mehmed’in tam vârisi Marangoz Ahmed’in Medrese-i Nuriye namına pek samimi ve hazîn taziyenamesi, beni sürurla ağlattırdı.

Ben de derim: Madem o mübarek medresede küçük ve büyük çok Saidler var; ihtiyar, âciz, vazifesi bitmiş bir Said noksan olsa ehemmiyeti yok. Hayat-ı bâkiyede madem beraberiz, bir muvakkat müfarakat olsa da sizi müteessir etmesin.

Râbian: Hâkim-i âdilden sonra en ziyade hakiki adalete çalışıp Risale-i Nur’un serbestiyetine hizmet eden م ح ر م en hâlis şakirdler içinde ve benim öz kardeşim ve birinci talebem Molla Mehmed ismiyle onun namı, dualarımda ve manevî kazançlarımda beraberdirler.

Hâmisen: Bu saatte Konyalı Sabri de –Halil İbrahim ve Hasan Feyzi tarzında vasiyetnamem münasebetiyle– kısa fakat güzel bir kaside yazmış, üstadına çok ziyade kıymet vermiş. Kendi hüsn-ü zannının parlak âyinesinde, bu bîçare kardeşine fevkalâde ehemmiyet vermiş. Ve oranın âlimleri pek ciddi Nur’a çalışmalarını yazıyor.

Ben de derim: O üstad namı verdiği ve çok kıymet verdiği şahıs ise Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsi olabilir. Ben de onun namına kabul ettim, Lâhika’ya geçirdim hem size de bir suretini gönderdim.

Merak etmeyiniz, hastalığım gittikçe hafifleşiyor. Ispartalı Mustafa namında bir kardeşimizin samimi fakat garib bir mektubu içinde vardı. Bu zat hangi Mustafa’dır, bilemedim. Ona da çok selâm ederim. Acib rüyası hayırdır, şimdi tabir edemem.

Umum kardeş ve hemşirelerimize birer birer selâm ve dua ederiz, makbul dualarını isteriz.

Hasan Feyzi’nin güzel kasidesini, bazı kelimeleri ilâve ile Lâhika’ya geçirdik ve size de gönderdik.

Said Nursî

***

Çok aziz, çok sıddık ve sadık kardeşlerim ve Risale-i Nur cihetinde emin ve hâlis vârislerim!

Çok manidar ve kuvvetli bir tevafuk ve şakirdlerin sadakatlerine delil, bir zahir keramet-i Nuriyeyi beyan etmeme bir ihtar aldım. Şöyle ki:

Ben vasiyetnamemi yazdığım aynı zamanda, gizli münafıklar, benim itimat ettiğim hizmetçilerimi zabıta tarafından yanıma gelmekten men’ettikleri aynı vakitte, fırsat bulup tanımadığım birisiyle, sâbık dokuz defadan daha tesirli bir zehir bana yutturdular.

Hem aynı zamanda, Tunuslu ve âlim kardeşlerimizden ve buraya kadar geçen sene beni görmek için gelip görüşmeden giden Hoca Haşmet, Yozgat’tan buraya yazıyor ki: “Said vefat etmiş, Risale-i Nur’un yüz otuz risalesi muhafaza edilsin. Tâ ki ileride tabedeceğiz.”

Hem aynı zamanda Halil İbrahim’in vefatım hakkında bir hazîn mersiye hükmündeki parlak mektubu, şakirdleri ağlattırdı.

Hem bu zamana pek yakın Hüsrev’in kendi âdetine muhalif benim vefatıma dair bir iki mektubunda, iki üç gün ömür gibi tabirlerle ecelime işaretleri, bir parça beni müteessir etti. Acaba ben gidiyorum diye endişe ettim.

Hem bu aynı hengâmlarda, en ziyade hayat-ı dünyeviyedeki vazifemi düşünüp vefatımdan sonra şakirdler bu dehşetli zamanda benim bedelime de o vazifeyi yapacaklar mı diye çok merak ederken; birden Denizli, Milas, Isparta, İnebolu, ümidimin yüz derece fevkinde ve öyle bir sahabetkârane ve iltizam-perverane o vazifeye koşup başkaları da ve muallim ve âlimleri koşturdular ki beni hayret hayret içinde bıraktılar.

Elhasıl: Bu beş cihetteki tevafuk, zahir bir keramet-i Nuriyedir.

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبّٖى

Kardeşlerim!

Merak etmeyiniz, Cevşen ve Evrad-ı Bahaiye bu defa dahi o dehşetli zehirin tehlikesine galebe etti; tehlike devresi geçti fakat hastalık devam ediyor.

Umum kardeşlerime birer birer selâm ve selâmetlerine dua edip şüphesiz makbul olan dualarını isterim. Ve İnebolu’da ve civarında hem çok hanımların hem küçük yavrularının Risale-i Nur’u yazmaya başlamalarını ve Kur’an dersini çok masumların almasını bütün ruh u canımla tebrik ederiz.

اَلْبَاقٖى هُوَ الْبَاقٖى

Duanıza muhtaç kardeşiniz Said Nursî

***

Kardeşlerim!

Siz müteessir olmayınız hem merak etmeyiniz. Yalnız, dua ile bana yardım ediniz. Çünkü birkaç gündür sol kolum çok ağrıyor, gece rahatsız ediyor. Kimseyi yanıma bırakmadığımdan oda içindeki zarurî işlerimi zahmetle yapabilirim. Zannederim eskiden beri bende bulunan kulunç illetinin bir şubesidir ki buranın mizacıma çok dokunan maddî havası ve kışı, o insafsızların evhamı, tazyikatları ve manevî kışı, damarıma dokunur. Âdeta bir yarım nüzul isabeti gibi ızdırap çektim. Fakat lillahi’l-hamd sizin makbul dualarınız, o tehlikeyi de hafif bir surete çevirdi. İnşâallah o suret de geçer; çok sevaplı faydası, yerinde kalır.

Kardeşlerim!

Salahaddin’in yazısına göre, o havalide dahi Asâ-yı Musa mecmuası çok faaliyettedir, fütuhat yapıyor. Demek, o tarafta o çok ehemmiyetli vazife-i Nuriyeyi yapıyor. Yüz bin elhamdülillah, yazanlara da yüz mâşâallah, bârekellah!

***

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Evvela: Hadsiz şükür olsun ki Isparta, tam bir Medresetü’z-Zehra ve Camiü’l-Ezher olacağını ve olmaya başladığını, kahraman talebelerinin bu ağır şerait altında sarsılmadan faaliyetleri ispat ediyor. Diyanetçe ve Kur’an ve Risale-i Nur’a müştakane çalışmaları, hattâ Aliköyü’nde Alilerin gayretiyle çok çocukların talebeliğe girmeleri ve diğer bir köyün umum gençleri gecede Kur’an’a çalışmaları ve camiler cemaatle dolmaları, Nur şakirdlerinin çektikleri bütün sıkıntıları hiçe indiriyor.

Sâniyen: Fevkalâde sadakat ve alâka taşıyan Halil İbrahim’in bu dördüncü şehnamesi, benim Nur’a hâdimliğim noktasında haddimin pek fevkindeki tarifnamesi gerçi çok güzeldir fakat Risale-i Nur’dan ziyade benim şahsıma baktığı cihetiyle, şimdilik size göndermedim, ta’dilden sonra gönderilecek. Hem ona hem onun rüfekalarına bilhassa selâm ederiz.

Sâlisen: Siz bana karşı sû-i kasdlara merak etmeyiniz, belki bir cihette memnun olunuz ki Risale-i Nur ve şakirdleri yerinde, benim cüz’î ve vazifesi bitmiş olan şahsıma hücum ediyorlar, tazip ederler. Bugünlerde buranın büyük memurları, çekinmeyerek bazılara demiş: “Said’in vücudu ortadan kalkmalı.” İşte gizli düşmanlarım, bunun bu gibi fikirlerinden istifade ederek, mutemed hizmetçilerimi dağıtmakla fırsat bulup beni zehirlediler. Ve bu gibi memurlardan kuvvet alıyorlar. Fakat hıfz ve inayet-i İlahiye, bu sû-i kasdları da akîm bıraktı. İnşâallah daima inayet himayet edecek, bütün planlarını akîm bıraktı, bırakacak.

***

Dâhiliye Vekili ile Hasbihalden Bir Parçadır

Hiçbir tarihte ve zemin yüzünde emsali vuku bulmayan bir zulme ve on vecihle kanunsuz bir gadre ve tazyike hedef olmuşum. Şöyle ki:

Hem şiddetli sû-i kasd eseri olarak zehirlenmeden hasta hem gayet zayıf, yetmiş bir yaşında ihtiyar hem kimsesiz, acınacak bir gurbette hem sako hem fanila ve pabucunu satmakla maişetini temin eden fakirü’l-hal hem yirmi beş sene münzevi olmasından, binden ancak tam sadık bir adam ile görüşebilen bir merdüm-giriz, mütevahhiş hem yirmi sene hayatını ve eserlerini üç mahkeme ve Ankara Ehl-i Vukufu inceden inceye tetkikten sonra bi’l-ittifak beraetine ve eserleri vatana, millete zararsız olarak menfaatli olmasına karar verilmiş bir masum hem Eski Harb-i Umumî’de ehemmiyetli hizmet etmiş bir evlad-ı vatan hem şimdi bu milleti, bu vatanı anarşilikten ve ecnebi ifsadlarından kurtarmak için meydandaki tesirli âsârıyla bütün kuvvetiyle çalışan bir hamiyet-perver ve mahkemede yetmiş şahitle ispat edildiği gibi yirmi beş senede bir gazeteyi okumayan, merak etmeyen ve yedi sene harb-i umumîye bakmayan, sormayan, bilmeyen ve eserlerinde kuvvetli delillerle siyasetten bütün bütün alâkasını kestiğini ispat eden ve dünyanıza karışmadığını adliyeleriniz resmen itiraf ettiği bir zararsız adam hem âhiretine ve ihlasına zarar gelmemek için şiddetle teveccüh-ü âmmeden kaçan ve kardeşlerinin onun hakkındaki hüsn-ü zanlarından ve medihlerinden çekinen, beğenmeyen bu bîçare Said’e; başta Dâhiliye Vekili olan sen, Afyon Valisini ve Emirdağ Zabıtasını musallat edip her gün bir ay haps-i münferid azabını çektirmek ve tecrid-i mutlak içinde tek başıyla bir haps-i münferidde durmaya mecbur etmek, hangi maslahatınız iktiza eder? Hangi kanun bu dehşetli gadre müsaade eder diye hukuk-u umumiyeyi muhafaza eden adliyenin yüksek dairesi vasıtasıyla Dâhiliye Vekili’ne beyan ediyorum.

Zulmen bütün hukuk-u medeniyeden ve insaniyeden ve yaşamak hakkından mahrum edilen Said Nursî

***

Aziz, sıddık kardeşlerim ve benim hakkımda bu gurbette samimi akrabalarım Osman, Mehmed, Hasan Efendiler!

Sizin hâlisane, bana ve Risale-i Nur’a karşı hiç unutulmayacak hizmetinize bir mükâfat-ı âcile olarak Hasan Feyzi ve sair talebelerin, Çalışkan Hanedanına karşı fevkalâde teveccühleri ve umum memlekette sizin şerefinizi neşretmeleri ve ehl-i hakikati size dost yapmakları cihetiyle; benden ziyade Risale-i Nur ve şakirdlerini himaye ve muhafaza etmek ve ehl-i siyasetin ve beni zehirleyen düşmanlarımın desiselerinden kurtarmak için gayet derecede bir ihtiyat, tam bir sadakat ve benim yerimde tam bir dikkat ile mükellefsiniz. Yoksa az bir hata, yalnız bana değil belki binler masum şakirdlere ve şimdi parlayan şerefinize dokunacak. Benim vaziyetim ve verilen sıkıntılar altı vecihle kanunsuz olmasından, ileride mes’uliyetten kurtarmak için insafsız ve kanunsuz beni tazip edenler, kendilerine bir bahane, bir vesile arıyorlar. Pek çok dikkatli olmanız lâzımdır.

***

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Evvela: Bir iki gün evvel hasbihalin bir parçası size gönderilmiş. Tâ siz onu esas tutup lüzum olduğu zaman ya istida veya o vekile ve mahkemeye vermek veya başka makamata o parça ile müracaat etmek ve kardeşlerimiz dahi o esas üzerine kendilerini münafıklara karşı müdafaa etmek için size gönderilmiş. Demek, şimdiye kadar bana garazla işkenceli sıkıntıları verdiren, en başta o imiş. Her ne ise… Siz meşveretle ne lâzımsa yaparsınız. Fakat ihtiyatla, telaşsız, velveleye vermemek lâzım.

Sâniyen: Bu defa görüşmediğim buranın korkak müftüsü vasıtasıyla, Hulusi’nin Kars’tan bir mektubunu biraderzadem Nihad’ın mektubuyla aldım. Elhak o kardeşimiz, daima fevkalâde sadakatini ve Nurlara kuvvetli alâkasını muhafaza ediyor. Manidar bir tevafuktur ki bilmediğim halde, Nihad’ın orada bulunması ihtimaliyle, Sabri’ye ait fıkrada demiştim ki: Nihad Kars’ta ise Hulusi ile görüşür mealinde burada söylediğim ve sonra size yazdığım aynı zamanda, o ikisi şimdiye kadar sükût ettikleri halde, beraber bana mektup yazıyorlar.

Sâlisen: Re’fet kardeşimizin kemal-i sadakat ve alâkasını ve Hulusi gibi Nurların bir kumandanı olduğunu gösteren mektubu, Hulusi’nin mektubunu aldığım zamanına tevafuku, latîf ve sürurlu oldu. O ikisi Lâhika’ya girsin. Ve Re’fet’in masumlara Kur’an okutması ve kendisi Lem’alar ile yazmak ve okumakla meşgul olması ve benim hastalığımın şifasına o masumlarla dua etmeleri, bir merhem gibi hastalığıma ferah ve hiffet verdi.

Ve râbian: Yazıda merhum Âsım’a benzeyen Yakub Cemal’in hayatta olduğunu ve hayatta ise Nurlar ile o güzel kalemi ile hizmet ediyor mu bilemediğim için çok defa hazînane ve müteessifane düşünüyordum. Hadsiz şükür olsun ki hem hayatta hem Nurlara hizmette hem sadakatte olduğunu gösteren bir mektubunu aldım “Elhamdülillah” dedim.

***

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Yüz defadan ziyade, gayet kıymetli bir hakikat-i imaniye bana görünüyor. Telif zamanı tamam olması hikmetiyle ne kadar çalıştım, o çok ehemmiyetli hakikati avlayamadım. Vâzıhen ifade ve ihsas etmek için bekledim, muvaffak olamadım. Şimdi gayet kısa bir işaretle, o çok geniş ve çok uzun hakikatten kısacık bahsedeceğim:

اِنَّ اللّٰهَ خَلَقَ الْاِنْسَانَ عَلٰى صُورَةِ الرَّحْمٰنِ hadîsi hem cevamiü’l-kelimden hem müteşabih hadîslerdendir. Pek büyük ve küllî nüktesi, benim kalbime, Hülâsatü’l-Hülâsa ile Cevşenü’l-Kebir’i okuduğum vakit zahir oldu. Ben de o acib ve çok güzel nükteyi kaçırmamak için şifreler, işaretler nevinden Hülâsatü’l-Hülâsa’nın on yedinci mertebesi olan “Kur’an lisanıyla şehadet” ve on sekizinci mertebesi olan “kâinat lisanıyla şehadet” ortasında o şifreli işaretleri şöyle koydum:

لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ الْوَاجِبُ الْوُجُودِ الْوَاحِدُ الْاَحَدُ بِلِسَانِ الْحَقٖيقَةِ الْاِنْسَانِيَّةِ بِكَلِمَاتِ حَيَاتِهَا وَ حِسِّيَّاتِهَا وَ سَجِيَّاتِهَا وَ مِقْيَاسِيَّتِهَا وَ مِرْاٰتِيَّتِهَا وَ بِكَلِمَاتِ صِفَاتِهَا وَ اَخْلَاقِهَا وَ خِلَافَتِهَا وَ فِهْرِسْتِيَّتِهَا وَ اَنَانِيَّتِهَا وَ بِكَلِمَاتِ مَخْلُوقِيَّتِهَا الْجَامِعَةِ وَ عُبُودِيَّتِهَا الْمُتَنَوِّعَةِ وَ اِحْتِيَاجَاتِهَا الْكَثٖيرَةِ وَ فَقْرِهَا وَ عَجْزِهَا وَ نَقْصِهَا الْغَيْرِ الْمَحْدُودَةِ وَ اِسْتِعْدَادَاتِهَا الْغَيْرِ الْمَحْصُورَةِ

İşte bu kısa şifreyi, yine gayet muhtasar bir şifre ile tercüme ve izah edeceğim. Bunu Hülâsatü’l-Hülâsa’ya bir hâşiye yapınız.

Evet ben, Hülâsatü’l-Hülâsa’yı okuduğum zaman koca kâinat, nazarımda bir halka-i zikir oluyor. Fakat her nev’in lisanı çok geniş olmasından fikir yoluyla sıfât ve esma-i İlahiyeyi ilmelyakîn ile iz’an etmek için akıl çok çabalıyor, sonra tam görür. Hakikat-i insaniyeye baktığı vakit o câmi’ mikyasta, o küçük haritacıkta, o doğru numunecikte, o hassas mizancıkta, o enaniyet hassasiyetinde öyle kat’î ve şuhudî ve iz’anî bir vicdan, bir itminan, bir iman ile o sıfât ve esmayı tasdik eder. Hem çok kolay hem hazır yanındaki âyinesinde, hiç uzun bir seyahat-i fikriyeye muhtaç olmadan iman-ı tahkikîyi kazanır ve اِنَّ اللّٰهَ خَلَقَ الْاِنْسَانَ عَلٰى صُورَةِ الرَّحْمٰنِ hakiki bir manasını anlar. Çünkü Cenab-ı Hak hakkında suret muhal olmasından suretten murad sîrettir, ahlâk ve sıfâttır.

Evet nasıl ki ehl-i tarîkat, seyr-i enfüsî ve âfakî ile marifet-i İlahiyede iki yol ile gitmişler ve en kısa ve kolayı ve kuvvetli ve itminanlı yolunu enfüsîde yani kalbinde zikr-i hafiyy-i kalple bulmuşlar.

Aynen öyle de yüksek ehl-i hakikat dahi marifet ve tasavvur değil belki ondan çok âlî ve kıymetli olan iman ve tasdikte, iki cadde ile hareket etmişler:

Biri: Kitab-ı kâinatı mütalaa ile Âyetü’l-Kübra ve Hizbü’n-Nuriye ve Hülâsatü’l-Hülâsa gibi âfaka bakmaktır.

Diğeri: Ve en kuvvetli ve hakkalyakîn derecesinde vicdanî ve hissî, bir derece şuhudî olan hakikat-i insaniye haritasını ve enaniyet-i beşeriye fihristesini ve mahiyet-i nefsiyesini mütalaa ile imanın şüphesiz ve vesvesesiz mertebesine çıkmaktır ki sırr-ı akrebiyete ve veraset-i nübüvvete bakar.

Ve enfüsî tefekkür-ü imanî hakikatinin bir parçası, Otuzuncu Söz’ün “ene ve enaniyet”te ve Otuz Üçüncü Mektup’un Hayat Penceresi’nde ve İnsan Penceresi’nde ve bazı parçaları da sair ecza-yı Nuriyede bir derece beyan edilmiş.

Bunu hem Lâhika’ya hem Sikke-i Gaybiye’ye hem Hülâsa’nın âhirine yazılsın.

***

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Halimin müsaadesizliği için müteaddid mektuplarınıza bir tek perişan mektubumla cevap verdiğimden gücenmeyiniz.

Evvela: Gizli düşmanlarımız hükûmetin ehemmiyetli ve birkaç vazifedarlarını elde edip beni tazyikatla, Menemen ve Şeyh Said Hâdisesi gibi bir hâdise çıkarmak için bütün kuvvetiyle en hassas damarlarıma dokunduracak tarzda her desiseyi istimal ettiler. Gördüler ki Eski Said yok, yenisi ise her şeye tahammül ediyor, o planı sair sû-i kasdlara ezcümle zehir vermeye tebdil ettiler. Hıfz-ı İlahî onu da akîm bıraktı. Şimdi o münafıklar resmen hükûmetin nüfuzunu, benden halkları ürkütmek ve vazgeçirmek için burada dehşetli bir propaganda ile istimal ediyorlar. Fakat siz hiç telaş etmeyiniz. İnayet-i Rabbaniye devam eder. Gittikçe fütuhat-ı Nuriye tevessü ediyor.

Sâniyen: Bu defa Hasan Feyzi’nin ve bir hafta evvel Halil İbrahim’in şahsıma karşı fevkalâde hüsn-ü zan ile mersiyeleri ve samimi ve hazîn vedanameleri, az ta’dil ile üç sebep için kabul edildi:

Birincisi: Onlar, şahsıma değil belki Kur’an ve imana ve Nurlara hâdimliğim ve o vazife-i kudsiyeye bakıp yazmışlar.

İkincisi: Onların ve onlar temsil ettikleri o civardaki hâlis kardeşlerimizin ve haddimin çok fevkindeki tarifatlarını, bir nevi samimi dua ve ulvi bir tefe’ül ve yüksek bir arzu-yu hayır ve istidatlarının ve itikadlarının ve Nurlara pek ciddi alâkalarının bir in’ikası olmasıdır.

Üçüncüsü: Ben onların nazarında Risale-i Nur ve şakirdlerdeki şahs-ı manevîsinin mümessili ve numunesi olmam cihetiyle, onların sebeb-i teşvikleri olan o hârika hüsn-ü zanlarını ve kuvve-i maneviyelerini kırmak, maslahat değildir. O ikisine ve arkadaşlarına hususan Ahmed Feyzi ve Denizli hapsindeki kardeşlerimize ve hakkımızda adalete çalışanlara binler selâm.

Sâlisen: Çok defa benim sıkıntılarıma bir merhem hükmüne geçmiş ve yanımdaki sakladığım kahraman Hüsrev’in çok mektupları ve onların her birinden birer ehemmiyetli fıkrayı alıp mecmuunu Lâhika’ya geçirmek için zaman bulamıyorum. İnşâallah bir istirahat zamanında tetkik edeceğim.

Ahmed Nazif’in İnebolu talebeleri namına yazdığı ve Halil İbrahim’in ağlatıcı mersiyesine iştiraklerini gösteren mektubu, benim o havalideki sebatkâr kardeşlerim hakkında endişelerimi izale eyledi. Cenab-ı Hak onlardan razı olsun.

Râbian: Çoban İsa köyünde Ahmed’in mektubunda isimleri bulunan eski ve yeni kardeşlerimizin Risale-i Nur’a çalışmaları ve çocukları da Kur’an’a ve Nurlara çalıştırmaları, bu vakitte Nurlara büyük bir hizmettir. Cenab-ı Hak onları muvaffak eylesin, âmin!

Hâmisen: Münafık düşmanlarımın maddî ve manevî zehirlerine karşı gerçi Cevşen ve Evrad-ı Kudsiye-i Şah-ı Nakşibend beni ölüm tehlikesinden belki yirmi defa kudsiyetleriyle kurtardılar fakat maatteessüf âsabımda ve sinirlerimde ve hassasiyetimde, o zulümden öyle şiddetli bir teessür, bir heyecan, bir teellüm, bir teneffür gelmiş ki en samimi dostumu ve tam sadık bir kardeşimi bir saat yanımda tahammül edemiyorum, ruhum kaldırmıyor. Hattâ biri bana baksa da sıkılıyorum. Eskide bende biraz bulunan merdüm-girizlik hastalığı, o zalimlerin gaddarane sıkıntılarıyla ve tarassudlarıyla bende çok şiddetlenmiş. Güya ölmeden evvel hayat-ı içtimaiye cihetinde ölmüşüm ki bu hakikat ve bu sır için hakkımda, has kardeşlerim vefat mersiyelerini yazıyorlar.

Hem buranın havası, benim âsabıma pek çok dokunuyor. Bu kışın bir günü, Denizli hapsinin o geçirdiğimiz kış kadar bana ağır geliyor, beni üzüyor.

Evet nasıl göz, bir saçı kaldırmıyor; aynen öyle de şimdiki ruhum ve omuzum, bir saç kadar sıkletten, ağırlıktan müteessir olduğu halde, Risale-i Nur’un ve şakirdlerinin selâmetlerine, onların bedellerine ve yerlerinde dağ gibi ağır tazyikat ve sıkıntıları memnuniyetle o ruh, o omuz çeker, tahammül eder ve şâkirane sabreder diye size kat’iyen haber veriyorum.

Fakat madem acz ve zaafım ve teessüratım çok ziyadedir; has kardeşlerim beni medihlerle yüklerimi ağırlaştırmaya bedel, dualarıyla ve şefkatleriyle ve himmetleriyle ve acımalarıyla yardım edip yükümü hafifleştirmek lâzımdır. İnayet-i Rabbaniyenin bir cilvesidir ki bu şiddetli merdüm-girizlik hastalığıyla, zalimlerin tecrid-i mutlaklarını hiçe indiriyor.. beni tazip etmiyor, bir cihette memnun ediyor.

***

Aziz, sıddık, faal kardeşlerim ve bu dehşetli asırda mükemmel tesellilerim ve vârislerim!

Sizin fevkalâde sa’y ü gayretiniz Isparta ve civarını bir geniş Medresetü’z-Zehraya ve bir Camiü’l-Ezhere çevirdiğine bir delil de bu defa matbaacıları da hayrette bırakan yazdıklarınız Asâ-yı Musa mecmuasından yirmiden ziyade mükemmel tevafuklu nüshalarını bu yarım ümmi kardeşinize göndermenizdir. Cenab-ı Erhamü’r-Râhimîn sizlere ve yazanlara ve yardım edenlere her bir harfine mukabil bin rahmet eylesin ve binler meyve-i cennet ihsan etsin ve yüzer hasenat defter-i a’malinizde yazdırsın, âmin âmin âmin!

Ben onlara baktım, kalbime geldi ki: Bu kahramanların şimdi de bir mükâfatları yok mu?

Birden ihtar edildi ki: Onlar, bu mecmuayı yazmakla feylesofları susturan, imana getiren kuvvetli bir ders-i imanîyi en evvel kendi kendine tam okuyorlar, manevî bir hazine kazanıyorlar. Hem onların nüshaları, pek çokların imanlarını kurtaracaklar veya imana gelecekler. Bir hadîste vardır ki: “Bir tek adam seninle imana gelse sahra dolusu kırmızı koyundan daha hayırlıdır.”

Hem onlar, bu mübarek kalemleriyle, eski zamanda İslâmiyet’in büyük mücahid kahramanlarının kılınçlarının kudsî hizmetlerini görüyorlar. Elbette istikbal, onları ve Nurcuları çok alkışlayacak.

Sâniyen: Asâ-yı Musa mecmuasının başında, bu gelen ve çizgi ile işaret edilen fıkra yazılsa münasiptir. İsteyen, bu mektubun başındaki kısmını da beraber yazabilir.

İmam-ı Ali (radıyallahu anh) “Celcelutiye”sinde pek kuvvetli ve sarahate yakın bir tarzda Risale-i Nur’dan ve ehemmiyetli risalelerinden aynı numara ile haber verdiğini, Yirmi Sekizinci Lem’a ile Sekizinci Şuâ tam ispat etmişler. İmam-ı Ali (radıyallahu anh) Risale-i Nur’un en son risalesini Celcelutiye’de وَ اسْمُ عَصَا مُوسٰى بِهِ الظُّلْمَةُ انْجَلَتْ fıkrasıyla haber veriyor.

Biz bir iki sene evvel Âyetü’l-Kübra’yı en son zannetmiştik. Halbuki şimdi altmış dörtte telifçe Risale-i Nur’un tamam olması ve bu cümle-i Aleviyenin mealini yani karanlığı dağıtacak, asâ-yı Musa (aleyhisselâm) gibi ışık verecek, sihirleri iptal edecek bir risaleden haber vermesi ve bu mecmuanın “Meyve” kısmı bir müdafaa hükmüne geçip başımıza çöken dehşetli, zulümlü zulmetleri dağıttığı gibi “Hüccetler” kısmı da Nurlara karşı cephe alan felsefe karanlıklarını izale edip Ankara ehl-i vukufunu teslime ve tahsine mecbur etmesi ve istikbalde zulmetleri dağıtacak çok emareler bulunması ve asâ-yı Musa aleyhisselâmın bir taşta on iki çeşme akıtmasına ve on bir mu’cizeye medar olmasına mukabil ve müşabih bu son mecmua dahi “Meyve” on bir mesele-i nuraniyesi ve “Hüccetullahi’l-Bâliğa” kısmı on bir hüccet-i kātıası bulunması cihetinde bize kanaat verdi ki: İmam-ı Ali radıyallahu anh, o fıkra ile doğrudan doğruya bu Asâ-yı Musa ismindeki mecmuaya bakar ve ondan tahsinkârane haber verir.

Sâlisen: Nur santralı ve Yirmi Yedinci Mektup’ta çok ehemmiyetli fıkraları bulunan Sabri’nin bu defaki mersiyesini Lâhika’ya geçirdik ve size de gönderdik. Ve çalışkan mübareklerden ve Nurların neşrine çok hizmet eden Hâfız Mustafa’nın yedi yaşında iken Altıncı Şuâ’yı ve bana bir mektup yazan tam mübarek, masum mahdumu; burada, masumlar içinde Nurlara bir iştiyak uyandıracak. Onun namı, Said Nurî olmalı; Nursî köydür, manasız olur. (Sin) olmasın, yalnız (ye) olsun tâ Nurlara alâkasını göstersin.

Daha çok şeyler yazacaktım fakat başımda çok vazifeler ve işler bulunmasından kısa kesmeye mecbur oldum.

Said Nursî

***

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Evvela: İkinci vazife Mu’cizat mecmuasına birinci vazifeyi bitirenler başlamalarını müjde vermeniz, sizleri bu hizmet-i imaniyede bana hakiki kardeş veren Erhamü’r-Râhimîn, beni hadsiz şükre sevk eyledi. Hatt-ı Kur’anî lehinde birincisinin bir kerameti, merkezde hatt-ı Kur’anînin bir kursu açılması olduğu gibi; inşâallah ikincisi, daha mu’cizane bir keramet gösterecek.

Sâniyen: Konyalı Sabri sizin vasıtanız ile benimle muhabere etse daha maslahattır ve münasiptir. Çünkü ekserce siz benim bedelime istediğini yapabilirsiniz. Mesela, tashihat için oradaki âlimler tam yardım edebildikleri için orada tashihat yapılsın, etsinler. Siz benim tashihimden geçmiş bazı nüshaları, onlara gönderirsiniz.

Hakikaten tashih meselesi ehemmiyetlidir. Bazen bir harfin ve bir noktanın yanlışı, kıymetli bir manayı zayi eder. En evvel, yazanlar bir kere güzelce mukabele etsinler. Sonra tashihçi adamlara ve bana versinler. Mâşâallah, bu defa bana gelen Asâ-yı Musa mecmualarında hem yanlışlar azdır hem bir derece tashih edilmiş. Cenab-ı Hak hem yazanlardan hem tashihçilerden ebeden razı olsun, âmin!

Sâlisen: Yozgat’ta oturan, Risale-i Nur’la alâkadar Tunuslu Hoca Haşmet, evvelce vefatımı, sonra hayatta olduğumu işitip buraya samimi iki mektup yazmış; ona benim tarafımdan selâm gönderiniz.

Râbian: Rüşdü’nün çok defadır hususi selâm eden kahraman biraderi Burhan –eskiden beri– ümmiliğiyle beraber, Nurlara lüzumlu zamanlarda ehemmiyetli hizmetleri için onu da haslar sırasında her gün ismiyle kazançlarımızda hissedar ediyoruz.

Manidar bir tevafuktur ki ben, Hüsrev’in ve Sabri’nin mektupları gelmemesinden gelen endişelerimi yazarken aynı zamanda me’mulümün haricinde en cem’iyetli ve bütün o endişelerimi izale eden müteaddid mektupları kapıya geldi.

Umum kardeşlerime selâm…

***

[1] * Kardeşim Abdülmecid, Zübeyr, Mustafa Sungur, Ceylan, Mehmed Kaya, Hüsnü, Bayram, Rüşdü, Abdullah, Ahmed Aytimur, Âtıf, Tillolu Said, Mustafa, Mustafa, Seyyid Salih.

Loading