Bu mühim mecmuanın cümle-i mukaddimatından olan bir “İ’lem”de:
“Bu Risale, bazı âyât-ı Kur’aniyenin şuhudî bir nevi tefsiridir. Ve ondaki meseleler Kur’an-ı Hakîm’in bahçesinden koparılmış çiçeklerdir. Bu risalenin ibaresindeki icmal ve îcaz ve fehmindeki zahirî müşkülat, sana tevahhuş vermesin. Tekrar tekrar mütalaa et, tâ ki لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَ الْاَرْضِ ve emsali tekrarat-ı Kur’aniyenin sırrı sana açılsın.
Ey kāri! Bu mecmuadaki tevhidin bürhanları ve mazharları, birbirine ihtiyaç bırakmıyor zannetme. Çünkü ben, her bir bürhana her bir makam-ı mahsusta ihtiyaç hissettim. Harekât-ı cihadiyem beni öyle bir mevkiye ilca ediyordu ki o mevkide, o anda bir kapı açmaya mecbur kalıyordum. Çünkü o dehşetli anda diğer açık kapılara dönmek müyesser olmuyordu. Hem o seyahat-i acibede rast geldiğim nurlara delâlet etmek için değil belki hatırlamak için işaretler koydum. Bazen büyük bir nura bir işaret koyuyordum… İlâ âhir.” diye ne kadar güzel bir mukaddimeyi ve bir hülâsayı –bu mecmua– âdeta şifre gibi bir anahtarı kārilerine takdim ediyor.
***
Bu Mesnevî-i Nuriye’deki risalelerin isimleri “Reşhalar, Katre, Hubab, Habbe” şeklinde gidiyor. Eğer Katre Risalesi’nin âhirinde merhum Şeyh Safvet Efendi’nin yazdığı gibi her bir risaleye bir takriz yazılsa idi, o merhumun “Bu bir katre değil, bir bahirdir.” dediği gibi biz de derdik:
“O bir lem’a değil, bir şemstir. O bir reşha değil, bir bahirdir. O bir zühre değil, bir cinandır. O bir hubab değil, bir ummandır.”
***