Barla Lâhikası s.21-39

بِاسْمِهٖ وَ اِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِهٖ

Mukaddime

Hulusi Bey ve Sabri Efendi’nin mektuplarında Risale-i Nur hakkındaki fıkralarının, bir mektup suretinde Risale-i Nur eczaları içinde idhal edilmesinin beş sebebi var:

Birincisi: Hulusi ise âhirdeki Sözler’in ve ekser Mektubat’ın yazılmasına onun gayreti ve ciddiyeti en mühim sebep olması. Ve Sabri’nin dahi On Dokuzuncu Mektup gibi bir sülüs-ü Mektubat’ın yazılmasına sebep, onun samimi ve ciddi iştiyakı olmasıdır.

İkinci Sebep: Bu iki zat bilmiyorlardı ki bir vakit şu fıkralar neşredilecek. Bilmedikleri için gayet samimi, tasannusuz, hâlisane ve derece-i zevklerini ve o hakaike karşı şevklerini ifade etmek için hususi bir surette yazmışlar. Onun için o takdiratları takriz nevinden değil, doğrudan doğruya mübalağasız bir surette, gördükleri ve zevk ettikleri hakikati ifade etmeleridir.

Üçüncü Sebep: Bu iki zat hakiki talebelerimden ve ciddi arkadaşlarımdan. Ve hizmet-i Kur’an’da arkadaşlarım içinde talebelik ve kardeşlik ve arkadaşlığın üç hâssası var ki bu iki zat, üçünde de birinciliği kazanmışlar.

Birinci Hâssa: Bana mensup her şeye malları gibi tesahub ediyorlar. Bir Söz yazılsa kendileri yazmış ve telif etmiş gibi zevk alıyorlar, Allah’a şükrediyorlar. Âdeta cesetleri muhtelif, ruhları bir hükmünde hakiki manevî vereselerdir.

İkinci Hâssa: Bütün makasıd-ı hayatiye içinde en büyük en mühim maksatları, o nurlu Sözler vasıtasıyla Kur’an’a hizmet biliyorlar. Dünya hayatının netice-i hakikiyesinin ve dünyaya gelmekteki vazife-i fıtriyelerinin en mühimmi, hakaik-i imaniyeye hizmet olduğunu telakkileridir.

Üçüncü Hâssa: Ben kendi nefsimde tecrübe ettiğim ve eczahane-i mukaddese-i Kur’aniyeden aldığım ilaçları, onlar da kendi yaralarını hissedip o ilaçları merhem suretinde tecrübe ediyorlar. Aynı hissiyatımla mütehassis oluyorlar. Ve ehl-i imanın imanlarını muhafaza etmek gayreti, en yüksek derecede taşımaları ve ehl-i imanın kalbine gelen şübehat ve evhamdan hasıl olan yaraları tedavi etmek iştiyakı, yüksek bir derece-i şefkatte hissetmeleridir.

Dördüncü Sebep: Hulusi Bey; benim yegâne manevî evladım ve medar-ı tesellim ve hakiki vârisim ve bir deha-yı nurani sahibi olacağı muhtemel olan biraderzadem Abdurrahman’ın vefatından sonra, Hulusi aynen yerine geçip o merhumdan beklediğim hizmeti, onun gibi îfaya başlamasıyla ve ben onu görmeden epey zaman evvel Sözler’i yazarken, onun aynı vazifesiyle muvazzaf bir şahs-ı manevî bana muhatap olmuşçasına, ekseriyet-i mutlaka ile temsilatım onun vazifesine ve mesleğine göre olmuştur.

Demek oluyor ki bu şahsı Cenab-ı Hak bana hizmet-i Kur’an ve imanda bir talebe, bir muîn tayin etmiş. Ben de bilmeyerek onunla onu görmeden evvel konuşuyormuşum, ders veriyormuşum.

Sabri ise fıtraten bende mevcud has bir nişan var. Bütün gezdiğim yerde kimsede görmedim. Sabri’de aynı nişan-ı fıtrî var. Bütün talebelerim içinde, karabet-i nesliyeden daha ziyade bir karabet kendinde hissetmiş. Ve şu havalide en az ümit ettiğim ve o da geç uyandığı halde en ileri gittiği bir işarettir ki o da bir Hulusi-i Sânî’dir, müntehabdır. Cenab-ı Hak tarafından bana talebe ve hizmet-i Kur’an’da arkadaş tayin edilmiştir.

Beşinci Sebep: Ben kendi şahsıma ait takdirat ve medhi kabul etmem. Çünkü manen büyük zarar gördüm. Onun için şahsıma karşı takdirat, fahir ve gurura medar olduğu için şiddetle nefret edip korkuyorum. Fakat Kur’an-ı Hakîm’in dellâlı ve hizmetkârı olmaklığım cihetinden ve o vazife-i kudsiye noktasında takdirat ve medih bana ait olmayıp nurlu Sözler’e ve belki doğrudan doğruya hakaik-i imaniyeye ve esrar-ı Kur’aniyeye ait olduğu için onu müftehirane değil, Cenab-ı Hakk’a karşı müteşekkirane kabul ediyorum.

İşte bu iki şahıs, bu hakikati herkesten ziyade anladıkları için onlar bilmeyerek vicdanlarının sevkiyle yazdıkları takdirat ve medihlerini, Risale-i Nur eczaları içinde dercedilmeye sebep olmuştur.

Cenab-ı Hak bunların emsalini ziyade etsin ve onları da muvaffak etsin ve tarîk-ı haktan ayırmasın, âmin!

اَللّٰهُمَّ وَفِّقْنَا وَ اِيَّاهُمَا وَ اَمْثَالَهُمَا مِنْ اِخْوَانِنَا لِخِدْمَةِ الْقُرْاٰنِ وَ الْاٖيمَانِ كَمَا تُحِبُّ وَ تَرْضٰى بِحَقِّ مَنْ اَنْزَلْتَ عَلَيْهِ الْقُرْاٰنَ عَلَيْهِ اَفْضَلُ الصَّلَاةِ وَ اَتَمُّ التَّسْلٖيمَاتِ مَا اخْتَلَفَ الْمَلَوَانِ وَ مَا دَارَ الْقَمَرَانِ

Said Nursî

***

Yirmi Yedinci Mektup ve Zeylleri

Otuz Üçüncü Söz’ün Yirmi Yedinci Mektup’udur ki: Mektubatü’n-Nur’un birinci muhatabı olan Hulusi Bey’in hususi mektuplarından Risaletü’n-Nur hakkındaki takdiratını gösteren fıkralardır.

Yirmi Yedinci Mektup’un ikinci kısmı olan “Zeyl”i dahi elhak bir Hulusi-i Sânî olan Sabri Efendi’nin Risaletü’n-Nur hakkındaki takdiratını gösteren hususi mektuplarındaki fıkralardır. (*[1])

***

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

بِاسْمِهٖ وَ اِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِهٖ

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ ذَرَّاتِ الْكَائِنَاتِ اَبَدًا

(Hulusi’nin birinci fıkrasıdır.)

Eyyühe’l-Üstadü’l-Muhterem!

Kendilerini fakir ve hakir görmekte zevk alan zevat-ı âliye gibi değil belki olduğu gibi görünmek isteyen ve talebem, kardeşim, biraderzadem unvanlarıyla taltif buyurduğunuz bendeniz; hakikatte manen düşkün bir vaziyette ve cidden duanıza muhtaç bir haldeyim. Serâpa Nur olan Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın hak ve hakikatini, bu asır insanlarının bilhassa fırak-ı dâllenin gözlerine sokacak derecede bazı Kur’an lemaatının zahir olmasına murad-ı İlahî taalluk etmiş ve bu emr-i mühimme felillahi’l-hamd muhterem üstadımız vasıta olmuştur.

İşte hiç-ender hiç olan bu talebenize de yine lütuf ve fazl ve inayet-i İlahî ile bu âlî memuriyetini îfa eden aziz ve muhterem hocasına ve Hazret-i Kur’an hesabına pek cüz’î bir hademelik yaptırılmıştır. Bundan dolayı ne kadar şükretsem azdır, fahre zerre kadar hakkım yoktur. Belki şu hademelikte yapmış olmaklığım muhtemel hatîat ve kusurattan dolayı affımı niyaz ve istirham ediyorum. Fena şahsiyetimi tarif eylemekliğim gerçi manasızdır. Fakat mürasele ve mülakatta bu babda pek çok büyük iltifatlarınızı gördüğümden mütehassıl hicab sevkiyle ufak bir tasdi’de bulundum.

Son iki mektubunuzda sual buyurulan hususa cevap vermekliğim ısrar ile emir buyuruldu. سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا Fakat bu ağır suale, acz ve fakrın en müntehasında bulunan bu kardeşiniz hak ve hakikate muvafık ve mutabık bir cevap verebilmek için inayet ve kerem-i İlahî ve meded-i ruhaniyet-i Peygamberîye iltica eyledi. Şöyle ki:

Mübarek Sözler şüphesiz Kitab-ı Mübin’in nurlu lemaatıdır. İçinde izaha muhtaç yerler eksik olmamakla beraber küll halinde kusursuz ve noksansızdır. Beşerin her tabakası kendi fıtrî anlayışları nisbetinde hissemend ve faidemend olurlar. Şimdiye kadar tenkit olunmaması, her meslek ve mezhep ve meşrep ehline hoş gelmesi ve mülhidlerin dil uzatamayıp ebkem kalmaları, kanaatimizin sıhhatine delâlet etmeye kâfidirler.

Vazifenizin bitmediğine dair düşünebildiğim bürhanlar:

Evvela: Bid’atların çoğaldığı bir zamanda ulemanın sükût etmemeleri lâzım geldiğine dair beyan buyurulan hadîsteki emir ve zecir.

Sâniyen: Peygamberimizin ittibaına mükellef olduğunuzdan onlar gibi müddet-i hayatınızca vazifeye devam mecburiyeti olduğu.

Sâlisen: Madem bu hizmet münhasıran reyinizle değil, istihdam olunuyorsunuz; nasıl Mübelliğ-i Kur’an, Fahr-i Cihan, Habib-i Yezdan sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Hazretleri bir gün اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ دٖينَكُمْ ferman-ı celilini tebliğ buyurmakla aynı zamanda vazife-i risaletinin hitamına remzen işaret eylemişti. Muhterem Üstadın da hizmeti kâfi görülürse bildirilir kanaatindeyim.

Râbian: Sözler hakkında bugüne kadar sükût edilmesi ve tenkide cüret edilmemesi, ilâ-nihaye bu halin devam edeceğine delil olamaz. Hal-i hayatınızda muhtemel hücumlara evvelen ve bizzat zat-ı fâzılaneleri cevap vereceksiniz.

Hâmisen: Dünyayı unutmak isteseniz başka hiçbir sebep olmasa dahi yalnız bu mübarek Sözler’le rabıta peyda eden insanların rica edecekleri izahatı vermek isteyecek ve cevapsız bırakmayacaksınız.

Sâdisen: Allah için sizi sevenlere ve sizden istizahta bulunanlara yazdığınız pek kıymetli yazılarla meclis-i ilminizde takrir buyurduğunuz mütenevvi ve Sözler’e bile geçmeyen mesail, kat’iyetle gösteriyorlar ki ihtiyaç da hizmet de bitmemiştir.

Birkaç maruzat: Nurlu Sözler’i cemaate okumak nasib olduğu zamanlarda, bende bazı hissiyat hasıl oluyordu; şurada arza müsaadenizi rica edeceğim.

Evvela: Muhterem Üstadıma maruzatta bulunmak için kalemi elime aldığım zaman ruhumda büyük bir inkişaf hissediyor ve ihtiyarsız kalemim o andaki muvakkat duygularıma tercüman olduğunu görüyorum.

Sâniyen: Şöyle düşünüyordum; eğer yalnız adüvv-ü ekber olan nefsin hilesinden ve cin ve ins ve şeytanların mekrinden emin olayım diye herkes başını karanlığa çekse ve kendisi köşe-i nisyana çekilse veya çekilmek istese ve âlem-i insan ve âlem-i İslâm mühmel kalacak, kimsenin kimseye faydası olmayacak bir zaman olsa; ben din kardeşlerime bu nurlu hakikatleri iblağ edeyim de Allahu Zülcelal nasıl şe’n-i uluhiyetine yaraşırsa öyle muamele eylesin. Nefsimi düşünmekten kat’-ı nazar etmeyi yine o zamanlarda çok faydalı görüyordum. Bundaki hikmet nedir?

Sâlisen: Esma-i hüsnadan Rahman ve Rahîm isimleri en a’zam mertebede olduklarından mı yoksa başka sebep ve hikmetle mi “Bismillahirrahmanirrahîm” kelimesi içine dâhil olmuşlardır? Bu da şu mektubu yazarken kalbime geldi, ben de soruyorum.

Aziz ve muhterem Üstadım, sizin vücudunuza yalnız bizler değil, bütün âlem-i İslâm muhtaçtır. Çünkü mü’minlerin imanına kuvvet veren, gafilleri uyandıran, dalalete düşenlere râh-ı hidayeti gösteren, hükema-yı felasifeyi beht ve hayrette bırakan, Kur’an-ı Mübin’den nebean ve lemean eden o kudsî Sözler’in vücuduna vasıta oldunuz. Hemen Cenab-ı Erhamü’r-Râhimîn aziz Üstadımızı sıhhat ve âfiyette daim ve ümmet-i Muhammed üzere kaim buyursun, âmin bihürmeti Seyyidi’l-mürselîn.

Hulusi

***

Risale-i Nur mektuplarından bu mektubunuzun bendeki tesirlerini hülâsaten arz edeyim:

Sıhhat ve âfiyetinizin devamı, şükrümü; bu gibi mesailin hallini isteyenlerin vücudu, ümidimi; nazarımda ilim sayılacak her şeyi sizden öğrendiğim için bu vesile ile hakikat sahasındaki malûmatımı; hasbe’l-beşeriye fütur hasıl oluyorsa şevkimi; hasta bir talebeniz olduğumdan Kur’an’ın eczahanesinden verdiğiniz bu ilaçlarınızla sıhhatimi; matbaha-i Kur’an’dan intihab buyurduğunuz bu gıdalarla bütün hâsselerimin kuvvetini, hayatın beş derecesini de talim, mevtin itibarî bir keyfiyet olduğunu tefhim, idam-ı ebedînin mutasavver olamayacağına kalbimi takvim buyurduktan sonra, Allah için muhabbetin her halde bu hayat derecelerinde de devam ederek hayat-ı bâkiyede bâki meyvesini vereceğini işaret buyurmakla müddet-i hayatımı nihayetsiz artırmaya sebep olmuştur.

Risale-i Nur ile ihda buyurduğunuz dualar, zaten her gün sevgili Üstadı düşünmeye kâfi gelmektedir. Kur’an’ın nihayetsiz füyuzatından, tükenmez hazinesinden inayet-i Hak’la edindiğiniz ve tebliğe mezun olduğunuz manaları, cevherleri göstermekle, bildirmekle de bu bîçare ve müştak talebe ve kardeşinize sonuna kadar ders vermek istediğinizi izhar ediyorsunuz ki bu suretle de ebeden ve teşekkürle gözümün önünden, hayalimden ayrılmamaklığınız temin edilmiş oluyor. اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبّٖى

Hulusi

***

Muvasalatımın ilk gecesi pederimin misafirlerine tahsis eylediği odaya devam eden zevata; mütevekkilen alallah, akşam ile yatsı arasında Risale-i Nur’u okumaya başladım.

Sevgili Üstadım! Evvelce arz ettiğim vechile ben artık bir şey için yaşadığımı zannediyorum. O da üstadım olan dellâl-ı Kur’an’ın vazife-i memure-i maneviyesini îfada kendilerine pek cüz’î bir yardım ve Kur’an hesabına cüz’î bir hizmetkârlıktan ibarettir. Orada bulunduğunuz müddetçe Hazret-i Kur’an’dan hakikat-i iman ve İslâm hesabına vaki olacak istihraç ve tecelliyattan mahrum bırakılmamaklığımı hâssaten istirham ediyorum.

İnşâallah müstecab olan duanızla Allahu Zülcelal, Risale-i Nur hizmetinde ümit ve arzu ettiğim neticeye vâsıl, merhum ve mağfur Abdurrahman gibi âhir nefeste iman ve tevfik ve saadet-i bâkiyede iki cihan serveri Nebiyy-i Ekremimiz Muhammedeni’l-Mustafa sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem Efendimize ve siz muhterem Üstadımın arkasında ve yakınında komşuluk vermek suretiyle âmâl-i hakikiyeye nâil buyurur.

Risale-i Nur gerçi zahiren sizin eserinizdir fakat nasıl ki Kur’an-ı Mübin Allah’ın kelâmı iken Seyyid-i Kâinat, Eşref-i Mahlukat Efendimiz nâsa tebliğe vasıta olmuştur; siz de bu asırda yine o Furkan-ı Azîm’in nurlarından bugünün karmakarışık sarhoş insanlarına emr-i Hak’la hitap ediyorsunuz. Öyle ise o Hakîm-i Rahîm, size bu eseri yaptırtan, o Nurları ayak altında bıraktırmaz. Elbette ve elbette fânilerden belki de hiç ümit edilmediklerden sahipler, hâfızlar; ikinci, üçüncü hattâ onuncu derecede mübelliğler, nâşirler halk buyurur itikadındayım.

Hulusi

***

Evet, İslâmiyet gibi bir âlî tarîkatım, acz ve fakrı Allah’a karşı bilmek gibi bir meşrebim, Seyyidü’l-mürselîn gibi bir rehberim, Kur’an-ı Azîmüşşan gibi bir mürşidim, bir dakikada mertebe-i velayete erişmek gibi ulvi bir netice almak mümkün olan askerlik gibi bir mesleğim var.

Üstadım bana ve dinleyen her zevi’l-ukûle “Tarîkat zamanı değil, imanı kurtarmak zamanıdır, beş vakit namazını hakkıyla eda et, namazın nihayetindeki tesbihleri yap, ittiba-ı sünnet et, yedi kebairi işleme!” dersini vermiştir. Ben gerek bu derse gerek Risaletü’n-Nur ile verilen derslere, Kur’an’dan istinbat buyurarak gösterdiği hakikatlere karşı Allah’ın tevfikiyle can u dilden belî dedim, tasdik ettim. Ve bana böylece hakikat dersini veren bu zata da ömrümde ilk defa olarak Üstad dedim. Hata etmedim, isabet ettim.

Hulusi

***

Bu kere irsal buyurulan Mektubatü’n-Nur zeylleri, emsali gibi hoş, güzel ve bedî’dir. Eserlerin Nur ism-i azîminin tecellisi olduğuna, ihtiyaca ve hal-i âleme göre yazdırıldığına bence aslâ şüphe kalmamıştır.

Bunu küçük bir misal ile teyid etmek isterim. Mülhidler çok ileri gidiyorlar. Mesela: … ilâ âhir.

İşte bu ahmakların hezeyanına ve her nevi iğfallerine ve zahiren süslü laflarına kanmayarak, iman ve itikadlarında sabit-kadem olmaları için erbab-ı imana kuvvet ve zümre-i tuğyana kahr ve şiddetle ders-i ibret verecek pek münasebetli sözler, mevzubahis âsârda ayân beyan görülmektedir.

Hayfâ ki bu Nurlar şimdilik (Hâşiye[2]) lihikmetin pek mahdud sahada ve ancak mü’minler içinde neşredilebilir.

اَلصَّبْرُ مِفْتَاحُ الْفَرَجِ ۞ اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الصَّابِرٖينَ

Hulusi

***

Otuz İkinci Söz’ün Üçüncü Mevkıf’ını da Hakkı Efendi kardeşimizle merak ve dikkatle okuduk. Cidden çok âlî mefhumu var. Tavsife bu âcizin kudreti olsa belki bu ikinci nokta için pek ziyade rahatsız etmeye cesaret ederdim. Heyhat ki diğer hususatta olduğu gibi bunda da sıfru’l-yed bulunuyorum. Yalnız hulus ve safiyetle ve kısaca derim: Belki diğer bütün Sözler’in daha fevkinde parlayan bir necm-i nur-efşandır.

(Doktordan Mi’rac’ı nasıl bulduğunu sordum. Doktor Kemal der: “Eserin pek büyük kıymetini takdir etmek için İslâm olmaya bile lüzum yok, insan olmak kâfi.” cevabını verdi.)

Hulusi

***

Bizler ki elhamdülillahi teâlâ âhiret kardeşiniz, Kur’an hizmetinde âciz hizmetkârınız, esrar-ı Kur’aniyenin beyanında “Eşşükrülillahi teâlâ” Ashab-ı Kehf gibi musahibiniziz. Liyakat ve kifayetimizin çok fevkinde mahza bir lütuf ve inayet-i Samedanî olarak talebeniz bulunuyoruz. Bundaki niam-ı Sübhaniyeye hamd ve şükürden âciz bulunuyoruz.

Hulusi

***

Otuz İkinci Söz’ün Birinci Mevkıf’ını, ramazan hediyesini ikmale muvaffak oldum. Tevfik-i Hudâ yoldaşım olursa diğerlerini de inşâallah emir buyurduğunuz müddette yazarım. Bu kadar kıymetli ve nurlu Sözler’in en hüsünlü hat ile ve hattâ altın ile yazılması lâyık ve muktezî iken, hasbe’l-kader bu bîçare kardeşinizin perişan ve belki ancak okunabilir, hatalı hattı ile yazılması da hamd ve şükrümü artırmaya vesile oluyor. Ve her vasıta ile aldığım meserret-bahş selâm ve iltifatat-ı fâzılanelerinin ve her biri Risale-i Nur’a bir zeyl ve tefsir ve hâşiye makamındaki cihan-değer emirname-i ârifanelerinden maddeten dûr bulunacağımdan dolayı çok müteessir olacağım.

Fakat manevî ciheti böyle düşünmüyorum ve nerede bulunursam bulunayım, inayet-i Bâri ile aldığım dersi dinletecek bir muhatap bulmaya çalışacak ve neşr-i hakikat yolunda acz ve fakrıma bakmayarak, duanızla elimden gelen her çareye başvuracağım için müteselli oluyorum.

Yalnız dünyevî vazifeler ile uğraşmak ise fıtraten hoşlandığım ve hakaikine meclub olduğum nurlu Sözler’le iştigalime kısmen mani oluyor. İşte buna müteessifim fakat elimden bir şey gelmiyor. Her geçen gün, dünyanın fena ve fâni yüzünü daha ziyade üryanlığıyla göstermekte ve bu hayatta bâki ve sermedî hayat için bir şey kazanılmadan geçen vakitlere teessür hasıl ettirmektedir. Sureten ayrıldığımıza o kadar müteessir değilim. Bilhassa sevgili Üstadın son dersi, bu fâni dünyanın en zevkli halinden pek çok yukarı derecede bir bâki hayat olduğunu kat’iyetle müjde etmektedir.

Hulusi

***

Gönül isterdi ki o muazzam Sözler’e sönük yazılarımla biraz uzun cevap yazayım. Fakat buna muvaffak olamıyorum. Kabiliyetimin azlığı, istidadımın kısalığı, iktidarımın noksanlığıyla beraber uhdeme verilmiş olan birkaç maddî vazifelerin taht-ı tesirinde dimağım meşgul ve âdeta meşbu’ olduğundan, o mübarek cevherlerinize mukabil âdi boncuk bile ibraz edemeyeceğim.

Biliyorsunuz ki çok ifadelerimde sizi taklit ettiğim birinci sebebi, merbutiyet-i hâlisanemin; ikinci sebebi, kudret-i kalemiyemin kifayetsizliğidir. Fakat mübarek Yirmi Dördüncü Söz’de misali geçen fakir gibi ben de derim: Ey sevgili Üstadım, eğer gücüm yetse elimden gelse bütün o nurlu Sözler ayarında kelimelerden mürekkeb cümlelerle size maruzatta bulunmak isterim. Fakat biliyorsunuz ki yok. Niyetime göre muamele buyurunuz.

Hulusi

***

Eser, emsali gibi nurlu ve hikmetlidir. İnşâallah temenni buyurduğunuz vecihle ümmet-i Muhammed’in içtimaî ve pek mühim bir yarasına kat’î deva olur. Doğrudan doğruya nur-u Kur’an olan mübarek Sözler’in kasd ve işaret edilmek istenildiğini arz ettim ve makam-ı tasdikte şimdiye kadar kendisine birkaç Söz’ü de okudum ve imkân buldukça da okuyacağım. Lâyüad ve lâyuhsa niam-ı Sübhaniyesine mazhar olduğum Allahu Zülcelal tebâreke ve teâlâ ve takaddes hazretlerine hamd ve şükürden âciz, isyan ile âlûde iken zat-ı üstadaneleri bizi izn-i Rabbanî ile o mübarek, münevver Sözler ile irşad edip zulmetten nura çıkardınız.

Taharri-i hakikat ile ömür geçirir iken mukadderat bu âsi bîçareyi de beş sene evvel Şah-ı Nakşibend Hazretlerinden Muhammedü’l-Küfrevî Hazretlerine doğru açılan tarîk-ı Nakşibendîye idhal eylemişti. Sonra muvakkat bir küsuf neticesi olarak yol kaybolmuş, zulmet ve dikenler içinde kalınmış iken nurlu Sözler’inizle zulmetten nura, girdaptan selâmete, felaketten saadete çıktım. اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبّٖى

Ferman buyuruyorsunuz ki: “İmanı kurtarmak zamanıdır.” عَلَى الرَّاْسِ وَالْعَيْنِ

Hulusi

***

Bu defa bu bîçare talebesine ihsan ettiği hediyeyi, gıyabî muhiblerinden Fethi Bey ismindeki komşumuzla okuyorum. Baştan başa mu’cize-i kübra-yı Ahmediyeyi ilan eden On Dokuzuncu Mektup’un tahsisen bendelerine irsali, yeniden hayata avdet etmiş kadar müessir olmuş ve mütalaası rikkat damarlarımı tahrik ederek hayli ciddi gözyaşı akıtmaya vesile olmuştur.

Hulusi

***

Ruhu, feza-yı kâinatta beyne’l-ecram seyr-i seri ile seyahat ettirecek tarzda tulû eden manzume-i hakikat, bilhassa bizler için büyük mazhariyettir. Tarîk-ı Nakşî hakkındaki fıkraya mukabil “tarîk-ı acz ve fakr ve şefkat ve tefekkür”ün hesabına tulû eden fıkra da pek çok kıymetli bir cevherdir. Bu Sözler altın ile yazılsa lâyık iken nâkıs hattımla istinsah ettim. O halde kıymeti, âciz bir talebenizin yadigârı olmasındadır.

Hulusi

***

Sâniyen: Şu zaman-ı isyan ve tuğyan ve küfranda mahz-ı inayet ve lütf-u Hak olan, ümmet-i İslâmiyeyi hakaik-i imaniyeye sevk ve irşada memur edilen zat-ı hakîmanelerini bütün ümmet-i Muhammediyeyi olduğu gibi bu âcizi de nurlu Sözler ile tarîk-ı Nur’a irşad buyurduğunuzdan dolayı hürmet ve minnetle daim yâd eder, dünyevî ve uhrevî muradlarınızı hasıl eylemesini Rahîm-i Kerîm olan Allahu Zülcelal Hazretlerinden abîdane niyaz ve istirham eylerim, efendim.

Hulusi

***

(Kardeşimin bir fıkrasıdır.)

Ellerinizi öper, duanızı isterim. Dünyadan dargın, nefsinde âciz olan Abdülmecid’e güzel bir üstad, ulvi bir mürşid olacak yeni eserleriniz geldi. Lafzî bir üstadı kaybettimse de manevî müteaddid mürşidleri buldum diye kendimi tebşir ettim. Hakikaten irşad edecek nurlu eserlerdir. Allah çok razı olsun.

Abdülmecid

***

Evet, müteselli olduğum iki cihet var. Biri: Elimizdeki mübarek Sözler vasıtasıyla daima sohbet-i manevîde bulunduğumuz, diğeri: Muhabbetimizin inayet-i Bâri ile “hubb-u fillah” mertebesinde olduğuna imanımızdır.

Binaenaleyh size benim bugün ve yarın en büyük hediyem: Verdiğiniz dersi, namınıza olarak vekaleten alâ kadri’l-imkân mü’minlere tebliğ eylemek ve Allah’ın verdiği hakiki muhabbeti ebeden taşımak ve buna mukabil Erhamü’r-Râhimîn ve Ekremü’l-Ekremîn, Ahsenü’l-Hâlıkîn, Rabb-i Rahîm ve Kerîm Hazretlerinden, hakiki muhabbetin Otuz İkinci Söz’ün Üçüncü Mevkıf’ında izah buyurulan neticesine mazhar buyurulmaktır. İman-ı tahkikî yolunda buluştuğumuz Hakkı Efendi ile niyetimiz hakka, sıdka, ihlasa iştirakimiz muhakkaktır.

Hulusi

***

Bu mektubunuzdaki sual ile ve en son yazılmış olan Otuz İkinci Söz ile münasebet ve müşabehet nevinden bu defaki arîza-i cevabiyem üç vakfeli oldu.

Demek oluyor ki Risale-i Nur manevî bir güneş, her bir Söz muhtelif kadirlerden nurani yıldızlar ve Otuz İkinci Söz üç mevkıfı ile bu yıldızların hepsinin üstünde parlayan ve enzar-ı dikkati hâh nâ-hâh üzerlerine celbeden hâlis nurdan vücuda gelmiş birinci kadirden pek nurlu, erbab-ı imana gülümseyen, ahzab-ı dalalete haşmetle bakan, gözlerini kör eden, erbab-ı gafleti uyandıran pek haşmetli, çok nurlu birinci kadirden bir kevkeb-i nevvardır. Ne yapayım talebenizin dili bu kadar dönüyor. Yoksa bu sönük ifade o mübarek Sözler için sarf edilmek lâyık olmadığını biliyorum.

Bizden Üçüncü Maksat’ın tesirini sual buyuruyorsunuz. Biz Hakkı Efendi ile ittifaken deriz ki: İçindeki hakikatler cerh edilmez, içinde lüzumsuz bir şey yok, zararlı bir kayıt mutasavver değil. Dikkatle dinleyenler, Allah tevfik verirse imanını kurtarabilirler. Bu hakaikle Avrupa ehl-i dalaletine de meydan okunur, fikrindeyiz. Bu kabîl dalalet ve gaflette olanlar ya mübarezeden mağlup olurlar ya ulviyeti hissedip tegayyüb ederler yahut Ebucehil gibi hakikati kabul etmemekte inat ederler veya dehşetlerinden kulaklarını kapayıp kaçarlar, fikir ve kanaat ve imanındayız. Sözler’i dinleyenlerin bir sükût-u mestî göstermeleri, izhar-ı hayret eylemeleri, kudretleri derecesinde takdiratta bulunmaları her halde düşündüğümüze kuvvet verir bir keyfiyettir. Ümit ve tahminimizi tasdik ediyor.

Hulusi

***

Niyetim büyük, tevfik Hudâ’dan. Yalnız oda cemaatimize Yirmi Beşinci Söz’e kadar okudum ve inşâallah devam edeceğim. Emrinize tebean ve duanıza binaen fütur getirmiyorum. Maddî vazifem oradakinden daha ağırdır. Fakat her umûrumda Allah’a istinad ettiğim için ümitsizliğe düşmüyorum. Oradan ayrıldıktan sonraki füyuzattan istifade etmeyi can ü yürekten arzu ediyorum. Nâtamam kalan Otuz İki ve Otuz Üçüncü Sözler’in de itmamına muvaffak olmanızı eltaf-ı İlahiyeden niyaz eylerim.

Hulusi

***

Ben burada inşâallah emanetçi olduğum Sözler’i inayet-i Hak’la ve duanız berekâtıyla lâyıklı kulaklara duyurabileceğimi ümit ediyorum. Üstadım müsterih olunuz, bu Nurlar ayak altında kalamazlar. Onları dellâl-ı Kur’an’dan enzar-ı cihana vaz’eden Hâlık (celle celaluhu) bizim gibi kimsenin ümit ve tahayyül etmeyeceği âciz insanlarla bile neşir ve muhafaza ettirir. Bu işi ben sa’yim ile kudretim ile kazandım diyen hüddam o gün görecekler ki o mukaddes hizmet, zahiren ehliyetsiz görünen, hakikaten çok değerli diğerlerine devredilmiş olur kanaatindeyim. Bu sebeple oradaki kardeşlerimizden Risale-i Nur ile çok alâkadar olmalarını rica etmekteyim.

Hulusi

***

Risaletü’n-Nur, Mektubatü’n-Nur’un mütalaası, tahrir edilmesi, başkalara neşir ve tebliğe alâ kadri’l-istitaa çalışılması gibi emr-i hayr-ı azîme havl ve kuvvet-i Samedanî ve inayet ve lütf-u Rabbanî ile muvaffak olduğum zamanlar ki bu evkatta evvelen ve bizzat bu fakir istifade, istifaza, istiane etmiş oluyor. Bu itibarla mezkûr saatleri çok mübarek tanıyor, firakına acıyor, o yaşayışın devamını, tekrarını, kesilmemesini ez-can u dil arzu ediyorum.

Fakat ne çare ki iğtinam edebildiğim kısacık vakitlerde zihnimi safileştirip Nurların karşısına, dolayısıyla Kur’an’ın mu’cizeleri mecmuasına ve aziz, muhterem üstadımın medresesine ve ol Seyyidü’l-kevneyn Peygamberimiz Efendimiz (asm) Hazretlerinin ravza-i saadetlerine ve nihayet Rabbü’l-âlemîn Teâlâ ve Takaddes Hazretlerinin huzur-u lâmekânîsine çıkıyorum. Bu sebeple cidden o nurlarla iştigal etmediğim zamanlar, keşke enfas-ı ma’dude-i hayattan olmaya idiler diyorum.

Hulusi

***

Geçen hafta muhtelif iki cemaate Yirmi Dördüncü Mektup’un Birinci ve İkinci zeyllerini okudum. Dinleyenler hayran ve bu fakir de o parlak i’caz-ı Kur’an’dan âdeta gaşyoldum. Bu eserinizi Risale-i Nur ve Mektubatü’n-Nur’un en münevverleri safında mütalaa ediyorum. Bugün cuma idi. Komşumuz Fethi Bey’e on bir ve on üç numaralı Sözler’i okudum. Dünyevî işlerden tahlis-i nefis ile iğtinam edebildiğim vakitlerde, o mübarek nurlu pencerelere koşuyorum. Ruhî ve manevî gıdamı almaya ve bulabildiğim böyle bir muhatabı da hissedar etmeye çalışıyorum.

Hulusi

***

Yirmi Altıncı Mektup’u büyük sevinçle aldım. Defaatle, dikkatle, merakla, muhabbetle, lezzetle okudum. Ve neticede “Duanız olmazsa ne değeriniz var?” ferman buyuran Zat-ı Zülcelal’e ubudiyetle intisabım hasebiyle ve abdiyetin tazammun ettiği lisanla, kemal-i acz ve fakr ve şevkle; tamamen hasbî, bütün manasıyla Allah namına, bütün vuzuhuyla ehl-i iman ve Kur’an nef’ ve hesabına olan maddî, manevî, zahirî, bâtınî, dünyevî, uhrevî hidematınızın mükâfatını lütf u kerem-i bînihayesine münasip bir tarzda ihsan ve ikram buyurmasını ve zat-ı üstadanelerini her iki cihanda aziz etmesini ol Hâlık-ı Rahîm ve Kerîm Hazretlerinden abîdane tazarru ve niyaz eyledim. Ümidim اُدْعُونٖٓى اَسْتَجِبْ لَكُمْ fermanının tecelli edeceğindedir.

Muhterem Üstad! Zaten sizin biz bîçarelerden beklediğiniz yalnız dua değil mi? Mübarek Sözler hakkında şimdiye kadar mektuplarımda mevcud olan ihtisasatımı nâtık, sönük ifadatımı Risaletü’n-Nur’a takriz yapmak hususundaki niyet-i üstadanelerine bir şey demeye hakkım yok. Fakat benim o perişan ifadelerim, güneşin yanına mum yakmak kabîlinden olacak ve muhtemelen hakikatteki sönüklüğüne rağmen o Nurların komşuluğundan, âyinedarlığından hissemend olarak nisbî bir parlaklık arz edebilecektir.

Risaletü’n-Nur’un müstemileri arasında, Sultan Abdülhamid’in devrinde Kerbelâ’da senelerce müderrislik hizmetinde bulunmuş olan Hacı Abdurrahman Efendi namında seksen sekiz yaşında bir hoca vardır. Her defaki mütalaadan büyük memnuniyet göstermekte “Çok istifade ettim, Allah razı olsun.” demekte ve çok dua etmektedir.

Yirmi Altıncı Mektup’un Üçüncü Mebhası’nı gayr-ı ihtiyarî, muhtelif rütbede mühim zatlara okudum. Hepsi “Çok doğru, çok güzel.” dediler. Evet, bu fakir çok tecrübe ettim ve yakîn hasıl ettim ki: وَ قُلْ جَٓاءَ الْحَقُّ وَ زَهَقَ الْبَاطِلُ … اِلٰى اٰخِرِ الْاٰيَة âyetinin lâyemut mu’cizesi vardır. Bu defaki mektupları birkaç defa muhtelif küçük cemaatlere okumak nasib oldu. Bunların birinde mühim bir âlim de vardı. Cümlesi hayret ve takdirlerini izhar ettiler.

Benim fikrime gelince: Bütün Risaletü’n-Nur ve Mektubatü’n-Nur, ihtiyac-ı zamana göre her sınıf erbab-ı din ve hattâ müfrit muannid olmamak şartıyla, dinsizleri bile ilzam ve ikna edecek derecededirler. Fakat (dünya bu) sevk-i menfaat, hırs-ı câh, küfür ve inat, gaflet ve kesel, şirk ve dalal gibi ilaçsız hastalıklara tutulanlar için bu Nurlara karşı göz yummak, görse bile kabul etmemek, gördüğünü inkâr etmek, hak ve hakikati reddetmek gibi divanelikler istib’ad edilemez. Malûm-u fâzılaneleri, Allah’ın şu muvakkat misafirhanesinde insan suretinde hayvanları eksik değildir. Bu Nurlar intişar etse idi elbette böylelerinin bugün istidlalen dermeyan edilen divanelik hezeyanları da açık olarak görülürdü.

Hulusi

***

(Şu fıkra kardeşim Abdülmecid’indir.)

Bu eserler bütün sınıflara ve cemaatlere daima mazhar-ı takdir oluyor. Kim görse istihsan eder. Tenkide maruz olacak eserler değil. Fakat derecat-ı takdir, derecat-ı fehim gibi mütefavit ve müteaddiddir. Herkes derece-i fehmine göre takdir edebilir.

Abdülmecid

***

(Hulusi Bey’in selefi, yirmi altı yaşında vefat eden biraderzadem merhum Abdurrahman’ın, vefatından bir iki ay evvel yazdığı mektuptur.)

بِاسْمِهٖ وَ اِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِهٖ اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ

Ellerinizden öper, duanızı dilemekteyim. Sıhhat haberinizi, irşad edici olan Onuncu Söz risalenizle beraber Tahsin Efendi vasıtasıyla aldım. Çok teşekkür ederim. Evvelce gerçi emrinize muhalefet ederek muhterem ve değerli amcamdan ayrıldığıma pişman olmuş isem de ve itabınıza müstahak olmuş isem de bu da mukadder imiş. Ve Cenab-ı Hakk’ın emir ve iradesiyle ve belki de bizim için hayırlı olduğu için oldu. Binaenaleyh ben cehalet sâikasıyla bir kusur yaptım ve belasını da çektim. Bundan sonra çekmemek için affınızı rica ve duanızı dilerim.

Aziz mamo (*[3])! Şunu da şurada arz edeyim ki: Himaye ve himmetiniz sayesinde, din ve âhiretime dokunacak ef’al ve harekâttan kendimi muhafaza ettim ve etmekte berdevamım. Gerçi dünyanın değersiz çok musibetlerini gördüm ve çektim ve birçok da lezaiz ve safasını gördüm, geçirdim. Hiçbir vakit ve hiçbir zaman unutmadım ki bunların hepsi heba olduğu ve dünyanın Allah için olmayan lezaiz ve safası neticesi zillet ve şedit azap olduğu ve dünyada Allah için ve Allah’ın emir buyurduğu yollarda çekilen ve çekilmekte olan mezahim neticesi, sonu lezzet ve mükâfat verildiğini bildiğim ve iman ettiğimden, fena şeylerin irtikâbından kendimi muhafaza edebildim. Bu his ve bu fikir ise terbiye ve himmetinizle zihnimde ve hayalimde yer yapmıştır. Hakikat böyle olduğunu bildiğim için bütün meşakkatlere şükür ile beraber sabretmekteyim.

Şimdi amcacığım ve büyük üstadım! Habîs olan nefsimle mücadele edebilmek ve onun hevaî ve bilâhare elem verici olan arzularını yapmamak ve dinlememek için teehhül etmek mecburiyetinde kaldım ve şimdi artık her cihetle Cenab-ı Hakk’ın lütf u keremiyle rahatım. Kimsenin dediğini şer ise duymamazlığa gelir ve kimse ile fena hasletleri kapmamak için ihtilat etmemekteyim. Dairede müddet-i mesaiden hariç zamanlarımı kendi evimde Cenab-ı Hakk’ın şükrü ile geçiriyorum.

Bundan başka ey amca, sizden sonra şimdiye kadar en çok beni ikaz ve fena şeylerden men’eden, üstad-ı a’zam ve mürşidim olan bu âyet-i kerîmeden duyduğum ve hissettiğimdir:

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

اَلْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلٰٓى اَفْوَاهِهِمْ وَتُكَلِّمُنَٓا اَيْدٖيهِمْ وَتَشْهَدُ اَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ

Ve öyle biliyorum ki o gün de pek yakındır. (Hâşiye[4])

اَللّٰهُمَّ لَا تُخْرِجْنَا مِنَ الدُّنْيَا اِلَّا مَعَ الشَّهَادَةِ وَ الْاٖيمَانِ

duam bu ve itikadım böyledir ve böyle de iman ederim: (Hâşiye[5])

اٰمَنْتُ بِاللّٰهِ وَ مَلٰئِكَتِهٖ وَ كُتُبِهٖ وَ رُسُلِهٖ وَ الْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَ بِالْقَدَرِ خَيْرِهٖ وَ شَرِّهٖ مِنَ اللّٰهِ تَعَالٰى وَ الْبَعْثُ بَعْدَ الْمَوْتِ حَقٌّ اَشْهَدُ اَنْ لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ وَ اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللّٰهِ

(Hâşiye[6])

Biraderzadeniz Abdurrahman

***

Demek Onuncu Söz, onun hakkında bir mürşid-i hakiki hükmüne geçmiştir ki birden onu derece-i velayete çıkararak şu üç kerameti söylettirmiştir. Benden sekiz sene evvel ayrılmış. Onuncu Söz eline geçmiş, mektubun başında söylediği gibi çok azîm istifade edip sekiz sene zarfında aldığı kirleri onunla silmiştir. Hattâ tayyedilmiş, mektubunun diğer bir parçasında Onuncu Söz’ün şevkinden demiş: “Yazdığın Sözler’in hepsini bana gönder, kendi hattımla her birisinden otuzar nüsha yazar ve yazdırırım. Tâ intişar edip kaybolmasın.” İşte böyle bir kahraman vârisi kaybettim. Ruhuna el-Fatiha.

Said Nursî

***

[1] * Üstadımız Yirmi Yedinci Mektup’u ilk defa bu şekilde tensib buyurmuşlar, sonradan ikinci, üçüncü, dördüncü zeyller eklemek suretiyle genişletmişlerdir. En son şeklinde ise Kastamonu ve Emirdağ Lâhikaları da Üstadımız tarafından Yirmi Yedinci Mektup’a idhal edilerek, Yirmi Yedinci Mektup ikmal edilmiştir. Bu itibarla Hulusi Bey ve Sabri Efendi’nin mektupları, Yirmi Yedinci Mektup’un başlangıcını teşkil etmiştir.

[2] Hâşiye: Bundan otuz beş sene evvel.

[3] * Kürtçe “amcacığım” demektir.

[4] Hâşiye: Cây-ı dikkattir, vefatını haber veriyor.

[5] Hâşiye: Hem iman ile gideceğini haber veriyor.

[6] Hâşiye: Âhir nefesteki kelimat-ı imaniyeyi âhir-i mektubunda zikretmesi, dünyadan kahramancasına imanını kurtarıp öyle gideceğine işaret eder.

Loading